BENİM OLACAKLAR
«ÖZ HALKIMI ORTAYA ÇIKARDIĞIM GÜN,
BENİM OLACAKLAR,»
DİYOR HER ŞEYE EGEMEN RAB.
Malaki 3:17
Bu kitaptaki öykülerin hepsi gerçektir, ancak daha kolay okunması amacıyla isimler değiştirilmiştir. Yazarın arzusu, bu kitabı okuyan her erkek ve kız çocuğun Rab İsa’yı, kendi kişisel Kurtarıcısı olarak tanıması ve kabul etmesidir.
DİZİN |
İKİNCİ ŞANS KÖŞESİ |
SIĞINAK |
BUHARLI MAKİNENİN DURDUĞU GÜN |
BÖĞÜRTLEN ARSASI |
FAZLADAN TOP ÇİKLET |
SIRRI AÇIĞA VURAN KEDİ |
ONLAR BENİM OLACAKLAR |
BİR DAĞ ASLANI ÖYKÜSÜ |
SİZ ÖNCE ARDINDAN GİDİN |
YAŞAMININ GURURU |
EKTİĞİMİZ ZAMAN |
MAĞARA GİRİŞİ |
YANGIN! |
KABUL EDİLMİŞ |
KAÇAK |
DUDLEY- KAR KAZI |
İkinci Şans Köşesi
Baba, ceketinin fermuarını yukarı doğru çekerek, “ Okul otobüsünün hareket etmesine dört dakika kaldı” dedi.Baba, bir okul otobüsünün sürücüsüydü. Karısı ve 8 çocuğuyla birlikte bir çiftlikte yaşıyordu. On dört yıldır okul otobüsünü sürmekteydi ve çalışma saatleri konusunda fevkalade dakikti. Çocuklar, her şeyin hazır olması için her gün tekrar edilen öğütlere rağmen, çılgınca koşuşturarak zamanla yarışmaya başladılar.
Anne, “Herb, bence saçların taranmış gibi durmuyorlar” diyerek hatırlatma yaptı. Aynı anda Beth, kahvaltıdan sonra dişlerini fırçalamadığını hatırladı. Sam, kendisine ait olan kitapları ayırt edebilmek amacıyla elinde bulunan bir yığın kitabı saçıp savurdu. Beth, ödev kağıtlarının tükendiğini ve biraz paraya ihtiyacı olduğunu açıklayarak Anneyi takip ediyordu. Randy ise Anneden, dün okula neden gitmediğini açıklayan bir mazeret yazısı istiyordu. Sam, yolda fazladan birkaç tane yemek için elma kutusunun altını üstüne getiriyordu. Otobüsün kornası duyuldu; öpüşmeler ve vedalaşmalar hızla tamamlandı.
Çocukların bazıları kapıdan dışarı fırladılar, bazıları ise unuttukları öğle yemeklerini ve eldivenlerini almak için evden içeri koştular. Çocukların, bazı kazalar meydana gelmeksizin koşuşturmaları zordur.

“Kütüphaneden aldığım kitap nerede? Bugün geri vermem gerekiyor!” “Bu, benim eşarbım, seninki dolapta!” Yere sürtünerek yürüyen ayakların çıkarttığı hışırtılar, çarpılan kapılar; sonra okul otobüsünün motorunun gürültülü sesi, ve yola çıktılar. Her yer sessizleşti ve sonra arka verandadan küçük bir feryat yükseldi:” Tam botlarımı giyiyordum, bir de baktım ki, Babam beni beklememiş.”
“Pekala Herb, sanırım seni almadan gittiler, ama nedenini biliyorsun, öyle değil mi?” Soruya verilen üzgün yanıt, “Tam da botlarımı giyiyordum” oldu.
“Bu sabah kendisine seslenildiği zaman yataktan kalkmayan kimdi? Kahvaltıya geç başlayan kimdi? Sen hep gecikinceye kadar bol vaktin olduğunu düşünüyorsun. Şimdi ‘İkinci Şans Köşesine’ koşman ve Baban Waggoner çiftliğinin yolundan aşağı gelirken, kavşakta otobüsü yakalayıp yakalayamayacağını görmen gerekecek.”
Anne, küçük adamın kapıdan dışarı çıkmasını ve kavşağa doğru ilerlemesini izledi. Evet, bazen “ikinci bir şans” vardır ama bu ikinci şans, hesaba katılması zayıf bir olasılıktır. Kişinin, kendi canını, cennetini ve Mesih ile geçireceği sonsuzluğu kaybedeceği anlamına gelebilir.
«SON BORAZAN ÇALININCA HEPIMIZ BIR ANDA,
GÖZ AÇIP KAPAYANA DEK DEĞIŞTIRILECEĞIZ. EVET,
BORAZAN ÇALINACAK,
ÖLÜLER ÇÜRÜMEZ OLARAK DIRILECEK,
VE BIZ DE DEĞIŞTIRILECEĞIZ.»
1 Korintliler 15:52
Ama eğer ölmeye hazır değilsek, o zaman ne olacak? Kurtulmayı gerçekten planladıysak ama karar vermek için beklemeyi seçtiysek? Pazar günü okulunda derslerimizi öğrendiysek ne olacak? Her Pazar günü ayetlerimizi söylediysek, ama tövbe etmeyi ve kurtulmak için İsa’yı Kurtarıcımız olarak kabul etmeyi ertelediysek o zaman ne olacak?
Öldükten sonra, çok geç olacak, çünkü o zaman kurtulmak için ikinci bir şans olmayacak.
«ÇÜNKÜ TANRI DIYOR KI, UYGUN ZAMANDA SENI DUYDUM,
KURTULUŞ GÜNÜ SANA YARDIM ETTIM.»
2 Korintliler 6:2
«BILIYORSUNUZ KI,
ATALARINIZDAN KALMA BOŞ YAŞAYIŞINIZDAN ALTIN YA DA GÜMÜŞ GIBI GEÇICI ŞEYLERLE DEĞIL,
KUSURSUZ VE LEKESIZ KUZUYU ANDIRAN MESIHIN DEĞERLI KANININ FIDYESIYLE KURTULDUNUZ.»
1 Petrus’un 1:18-19
Sığınak
Sığırlar her zamankinden daha huzursuzdular. Aşağı eğdikleri başlarıyla çölde orada burada yetişen yeşillikleri arıyorlardı. Sığırlar, küçük şehrin kenar mahallelerinin dışından da uzaklara gitmişlerdi. Her zaman sıcak olan rüzgar, sabahtan beri durmadan esmişti ve şimdi de bir kum fırtınasına dönüşüyordu. O gün, sürüyü gözetmek için atlarına binmiş olan Beth ve Sam’in yüzlerine doğru sertçe esmekteydi. Kum tanecikleri gözlerine batıyordu.
Sam, kız kardeşine seslendi: “İlerde eski bir kulübe var. Bu fırtına geçene kadar oraya sığınalım mı?”
Elbette! Eski bir çiftlik evi kulübesine yaklaşmaktaydılar, ama bu ıssız yer belli ki, uzun, çok uzun bir zaman önce terk edilmişti. Sam ve kız kardeşi, sığınacakları bu yer için yine de müteşekkirdiler. Atlarını bir direğe bağladıktan sonra, kemik gibi yıpranmış ve ağartılmış bir halde olan küçük binaya sığındılar.

İçerde yalnızca iki oda vardı. Çıplak tahta duvarların döşemedeki çatlakları arasından gün ışığı sızıyordu ve köşelerde küçük kum tepecikleri oluşmuştu. Pencere camlarının hepsi kırıktı ve rüzgar, sığındıkları zavallı barınağın içinde ıslıklar çalıyordu.
Beth, büyük bir hayal kırıklığı içinde, “ Burası dışardan daha iyi değil” dedi. Sam, “ Ama bak, burada eski büyük bir dolap var, içi sıcacık olabilir!” diye bağırdı. Dolabın raflarını büyük olasılıkla keresteye ihtiyacı olan biri almıştı. “ Tek sorun, dolabın kapıları kapalı durmayabilir, ancak ben kapıları tamir edebilirim.” Sam,beş santime on santim ebadında, yaklaşık bir metre uzunluğunda, eski bir tahta parçası buldu. Ve bu tahta parçasını karşıdaki duvara bağladı. Her ikisi de dolabın içine girdikten sonra, tahta parçasını dolap kapılarına değecek şekilde aşağı indirdi. Rüzgar etraflarında ulurken, eski dolabın içindeki o sıkışık yerde bir arada kalmaktan şikayetçi değillerdi. Sonunda rüzgar biraz hafifledi ve sığır sürüsünü toplamak için tekrar dışarı çıkmaya karar verdiler.
Sam, eski ama sağlam yapılmış dolap kapılarını itti ama kapılar boyun eğmediler. Daha sert ve daha sert itti. Sonra ikisi birlikte, tüm güçleriyle ittiler. Kapılar açılmadığı için hiç dışarı çıkamayacaklarını düşünerek korktular. Ama Sam, kendi gücüne hala güveniyordu. Beş santime on santim ebadındaki çürümüş bir tahta parçasının kırılmasının bu kadar zor olmaması gerekiyordu! Sırtını duvara yasladı ve ayaklarını kapının üstüne yerleştirdi, sonra tüm gücünü kullanarak itti. Sam, bu kapının böyle güçlü bir itme karşısında açılacak dayanıksız bir kaplama tahtası olmasını ne çok isterdi! Ama kapı hareket etmediği gibi hafifçe yerinden bile oynamadı! Sam ve Beth, menteşeleri incelediler ve oynatmayı denediler ama onlar da yerlerinden hareket etmeyecek kadar güçlüydüler.
Beth korktu, “Ya buradan hiç çıkamazsak, ya burada kalıp açlıktan ölürsek?” dedi. Sam, ciddi bir şekilde düşünmeye başladı ve sonra, “ Bence Tanrı’ya dua etmemiz gerekiyor” dedi. Onlar her zaman, yatmadan önce dua ederlerdi ve babaları, her yemekten önce daima Rab İsa’ya teşekkür ederdi. Her iki kardeş de Rab İsa hakkında çok şey işitmişlerdi ve her gün okunan Kutsal Kitabı dinlerlerdi. Ama kendi canları ve Tanrı arasında şimdiye kadar böylesine kişisel bir durumla hiç karşılaşmamışlardı. Şimdi, O’na olan büyük ihtiyaçlarını ilk kez hissediyorlardı. Kendi gücümümüzün sonuna geldiğimiz zaman, ancak o zaman, kurtarılmaya muhtaç olduğumuzu anlarız.
«EVET, BIZ DAHA ÇARESIZKEN MESIH BELIRLENEN ZAMANDA TANRISIZLAR IÇIN ÖLDÜ.»
Romalılar 5:6
Duaları çok çocuksuydu, bildikleri tek duayı ettiler. “ Şimdi uyumak için yatıyorum. Rabbim, canımı koruman için Sana dua ediyorum. Eğer uyanmadan önce öleceksem, canımı sana teslim ediyorum Rabbim!” İkisi de bu ettikleri duanın, içinde bulundukları duruma uygun olmadığının farkındaydılar, sam şöyle de dua etti: “ Sevgili Rab, gel ve konuğumuz ol. Sağlamış olduğun bu yiyecekleri bereketle, İsa’nın adıyla, Amin.” Sanki Tanrı’nın dikkatini çekme konusunda daha etkili olabilirmiş gibi, bu duayı Almanca olarak da etti. En sonuna da gerçekten yüreğinden gelen şu eklemeyi yaptı: “Ve lütfen buradan dışarı çıkabilmemiz için bize yardım et.” Tanrı, dualarına kulak verdi mi? O’nun bu çocukları işittiğinden eminim.
Her şey yolunda gittiği zaman, Tanrı’yı ve sonsuzluğu daha az düşünmeye eğilimliyiz. Sam uzun vadeli düşünmedi ve bu davranışı, zor duruma düşmelerine neden oldu. Aynı şekilde, eğer şimdiden sonsuzluğu düşünmezseniz, kendinizi koyu karanlığın içinde bulacaksınız. Bu nedenle, henüz zaman varken, kurtuluş ve Rabbe dönmek konusunu şimdiden düşünmeniz gerekiyor!
Sam, gücü tükeninceye kadar hapishane kapılarından farksız olan bu dolabın kapılarını itmeyi tekrar denedi. Sonra yığılıp kaldı ve içinde bulundukları bu büyük sorun hakkında ciddi ciddi düşünmeye başladı. Zeminin yaklaşık otuz santim yukarısında bulunan bir çatlağın arasından, dolap kapılarının altından içeriye doğru bir ışık huzmesi sızıyordu. Bu mutlaka araştırılması gereken bir durumdu. Karanlıkta el yordamıyla çatlağı buldu ve bu şekilde o harika keşfi yapabildi. Bir çıkış yolu vardı!
“Beth, sanıyorum şu anda bir sürgülü çekmecenin içinde oturuyoruz. İterek açmak için bana yardım et!” Bedenlerini kaldıraç görevi yapması için kullandılar, ayaklarıyla çekmecenin önünü ve elleriyle duvarı ittiler. Çekmecenin kaydırının açılması yalnızca bir dakika sürdü ve sürünerek dolaptan dışarı ilerlemeleri bir dakikadan da az sürdü ve özgürdüler!
Gözyaşları, dualar ve iyi işler canı, günahın lekesinden temizlemezler. Ama yeryüzündeki zamanımız sona erdiğinde, ya da Rab İsa geldiğinde ve O’na ait olanları seslenerek çağırdığında hazır olmak için bir yol vardır. Uzun zaman önce Golgota’daki çarmıhta barış yapılmıştır. Kurtuluş yolu, Tanrı’nın Sözü’nün söylediğine inanan herkes için artık açıktır:
«OĞLU İSANIN KANI BIZI HER GÜNAHTAN ARINDIRIR.»
1 Yuhanna 1:7
«HER BIRI RÜZGARA KARŞI BIR SIĞINAK,
FIRTINAYA KARŞI BIR BARINAK,»
İşaya 32:2
Buharlı Makinenin Durduğu gün
Köpeği Spot, Herb’e verildiğinde, Herb mutlu, küçük bir çocuktu. Spot ile birlikte kırlarda yaşamaya bayılırdı. Yeşil çayırın içinden geçen ve küçük bir köprünün altından ilerleyerek kuşkonmaz tarlasına uzanan değirmen suyunu severdi. Kuşkonmaz öylesine sık büyürdü ki, Herb, kuşkonmaz sıralarının arasından akan sulama hendeğini göremezdi.

Akıntının altında bir demiryolu rayı vardı. Herb, her gün dört gözle trenin gelmesini beklerdi. O günlerde, henüz dizel motorlar kullanılmıyordu, buhar makinelerinin kullanıldığı zamanlardı. Muazzam bir çelik ve ateş canavarına benzeyen buharlı makine, geçite yaklaşırken, yüksek bir düdük sesiyle çığlık atar, sonra kükreyerek yeşil çayıra doğru fırlardı. Herb’in ayaklarının altındaki toprağı ve kemiklerinin içindeki iliği sarsar, onu heyecandan tatlı bir şekilde ürperttikten sonra geçip giderdi.
İtfaiyeci ve makinist, Herb’e el sallayarak onu selamladılar. Ve Herb de ellerini sallayarak onlarla selamlaşırdı. Günün bu saatinde ne yapar eder mutlaka orada bulunurdu. Ama ne yazık ki, bir gün, köpeği Spot, treni karşılamak için fazla hevesli davrandı. Hızla koştu ve trenin tekerleklerine ve çeliğine yakalandı. Herb’in mutlu Spot’u hatırlaması için geriye çok az şey kalmıştı.
O günden sonra Herb, trenin düdüğünü duyduğu zaman, bu sesin sanki kendisiyle alay ettiğini düşünmeye başlamıştı. Artık trenin gürültüsü, çıkardığı dumanı ve müthiş gücü için hiçbir isteği kalmamıştı. Treni yok saymaya karar verdi ve üzüntü içindeki yüzünü tren raylarından çevirerek evinin arka merdivenlerinde oturmaya başladı.
Makinist ve itfaiyeci, kendilerine her gün el sallayan küçük oğlanı görmeyi özlediler. Onlar da bir zamanlar küçük çocuk olmuşlardı ve onun nasıl hissettiğini biliyorlardı. Arkadaş canlısı minik köpeğini kaybetmiş olan küçük bir oğlanın yüreğindeki üzüntüyü anlayabilirlerdi.
Bir gün, Herb, kulaklarının işittiğini görmek için yüzünü o yana çevirdi. Büyük buhar makineli tren, gürültülü sesler çıkartarak çayırın tam ortasında durdu ( sanki görünmeyen eller tarafından durdurulmuş gibi)! Herb, itfaiyecinin kolunun altındaki bir şeyle büyük makinenin merdivenlerinden aşağı indiğini gördüğünde gözlerine inanamıyordu. İtfaiyeci boylu çimenlerin arasından geçerek ona doğru yürümeye başladı. Herb’in gözleri, onun kolunun altındaki siyahlı beyazlı küçük hayvanı hemen fark etti. İtfaiyeci yüzünde dostça bir gülümsemeyle köpek yavrusunu daha onun kollarına bırakmadan önce, Herb, yavrunun yumuşacık kulaklarını ve küçük burnunu görmüştü bile. Yüreği gerçekten hızlı çarpmaya başladı ve öylesine çok heyecanlandı ki, güçlükle “teşekkür edebildi.” Ama makinist ve itfaiyeci teşekkür beklemiyorlardı. Bir koluyla küçük bir köpek yavrusunu tutan ve diğer koluyla onlara el sallayan küçük bir oğlanı, o günden sonra yine her gün görmek, istedikleri tek teşekkürdü.
Bizim bulunduğumuz yere aşağıya gelen bir dostumuz var. Küçük çocukların bu Dostunu tanıyor musunuz? Adı İsa. O, günahkarların Kurtarıcısı. O, sizin nerede yaşadığınızı ve hakkınızdaki her şeyi bilir. Olduğunuz gibi O’na geleceğinizi umuyorum ve sizing günahlarınızın cezasını üstlenmek amacıyla çarmıhta öldüğü için O’na teşekkür ediyorum.
«KENDISINI KABUL EDIP ADINA IMAN EDENLERIN HEPSINE TANRININ ÇOCUKLARI OLMA HAKKINI VERDI.»
Yuhanna 1:12
«YARIN NE OLACAĞINI BILMIYORSUNUZ.
YAŞAMINIZ NEDIR KI? KISA SÜRE GÖRÜNEN,
SONRA YITIP GIDEN BUĞU GIBISINIZ.»
Yakub’un 4:14
Böğürtlen Arsası
Claire, böğürtlenlerle dolu karton kutularıyla aşağıya kulübeye doğru yola koyulmuştu bile. Beth’in ise hala doldurması gereken bir buçuk kutu daha vardı. Beth, birinin, çalılıklardaki böğürtlenlerin hiç birini atlamadan, onları nasıl bu kadar çabuk toplayabileceğini asla anlayamıyordu. Bulundukları yer, ana caddeden geçen araba gürültülerinden uzakta, sessiz bir yerdi. Çizgili bir sincabın gevezeliği, arada bir öten bir kuşun sesi ve uzaklarda bir yerdeki kerestecilerin kampından gelen sesler, sessizliği bozan tek seslerdi.
Beth, saçlarını yakalamış ve karıştırmış olan bir dalı dikkatli bir şekilde çözdü, sonra koyu mor böğürtlenlerle yüklü bir köke doğru uzandı. Tam o anda, hedefine odaklanmış bir böğürtlen, Beth’in boynunun arkasına vurdu.

“Haydi ama, Claire!” diyen Beth, hemen hatırladı; Claire çoktan kulübeye varmıştı ve orada böğürtlenlerini boşaltıyordu. Aynı dal, hızla geri döndüğünde az daha tekrar saçlarına dolaşacaktı. O da ne? Karşısında şimdiye kadar hiç görmediği kadar büyük bir adam duruyordu! Adam belki de o kadar büyük değildi, ama kendisini hiç tanımadığı bir yabancıyla aniden yüz yüze bulduğu için korkmuştu.
Adam, dostça gülümsedi. “ Seni korkuttuğum için üzüldüm. Şehre doğru yürümek için keresteciler kampından çıktım ve burada seninle karşılaştım.” Bir çalılığa yaklaşarak birkaç böğürtlenin tadına baktı. Beth’in henüz konuşacak gücü yoktu. Adam, “Ağaç donanımımın kablosu koptu. Kablonun uçlarını birleştirmeleri gerek. Bu nedenle, çalışmadan geçirebileceğim biraz boş zamanım var.” bunları söylerken ağzına birkaç böğürtlen daha attı. Genç bir adamdı ve Beth onun anlattıklarından kuşkulanmadı, ama ona ne söylemesi gerekiyordu? Sonunda söyleyeceği birkaç söz buldu. “Rab İsa’yı kişisel Kurtarıcınız olarak tanıyor musunuz?” adam, yüzünde eğlenceli bir gülümseme ile, “ Hayır, “ diye yanıtladı.
“Pekala, o halde gerçekten tanımanız gerekiyor, çünkü ne zaman öleceğimizi ya da Rabbin ne zaman geleceğini bilmiyoruz. O’nu karşılamamız için hazır olmamız gerekir. Adamdan gelen yanıt, “Sanırım öyle, “ oldu.
“O zaman neden bu akşam büyük çadırda yapılacak olan müjde toplantısına gitmiyorsunuz? Belki kurtuluşu alırsınız.” Beth’e verilen yanıt bu kez, sakin bir “Belki giderim,” oldu. Beth devam etti: “Bu akşam saat 7:30’da! Büyük adam aniden, “Tamam, söz! Gideceğim” dedi. “Ama şimdi yoluma devam etmem gerekiyor. Hoşçakal.” Sonra, aynı geldi gibi çabucak gözden kayboldu.
Claire, Beth’in birini ziyaret ettiğine inanmakta zorlanıyordu. O gece, hemen hemen herkes büyük çadırdaki yerini aldıktan ve şarkılar başladıktan sonra, uzun boylu genç bir oduncu, çadıra girmek için başını eğdi. Arkada bir yere sessizce oturdu. Claire ve Beth içlerinden onun için dua ettiler. Konuşmacı söze, “İnsan ne ekerse, onu biçer” ayeti ile başladı. Galatyalılar 6:7. Bu ayete örnek vermek için Yaratılış 27:1-37’deki ayetleri okudu. Kutsal Kitap, Yakup’un, erkek kardeşi Esav’a vermeyi planladığı bereketi kendisine almak için yaşlı babası İshak’ı nasıl kandırdığını anlatır. Daha sonraki yıllarda, Yakup’un kendisi, kayınpederi Laban tarafından aldatıldı; Laban, Yakup’a, söz verdiği kızı Rachel yerine, diğer kızı Lea’yı eş olarak verdi ( Yaratılış 29:21-25)
Ama Yakup, bundan daha fazlasını biçti. Daha sonra Yakup, yaşlandığı zaman, diğer oğulları, onu, çok sevdiği oğlu Yusuf’un renkli, uzun giysisini genç bir tekenin kanına batırarak aldattılar. Böyle yaptılar, çünkü Yakup’un, Yusuf’un yabanıl bir hayvan tarafından öldürüldüğünü düşünmesini istiyorlardı. Konuşmacı sözlerine devam ederek şöyle dedi: “ Eğer şimdi Tanrı’nın bize sunduğu bu merhameti reddedersek, o gün geldiğinde, O da bizim cennete girmemizi reddedecek. Ama şimdi Mesih’i Kurtarıcımız olarak kabul edip imanla ekersek, Mesih ile birlikte cennette ve sonsuzlukta iman ödülünü biçeceğiz.

Beth, bir sonraki akşam toplantısına katılamadı ama genç oduncu için dua etmeyi unutmadı. O gece saat 9:30 civarında Beth, kerestecilerin kampına doğru giden eski bir Ford marka arabanın motorundan çıkan pat pat sesleriyle uyandı.
Araba aniden böğürtlen toplayanların kampının yanından geçen dağın eteğindeki yolda durdu. Armonisi çok zengin olan iki ses, gecenin havasını, bilinen bir ilahinin sevinçli melodisiyle çınlatıyordu. Beth, bu seslerden bir tanesini tanıdı, ama onu bir daha görmedi. İlahinin son notası bitince, araba çalıştı ve hareket etti ve gitti.
Beth, aniden o böğürtlen arsasında sonsuzluk meyvesi olup olmadığını merak etti…
«İSANIN RAB OLDUĞUNU AĞZINLA AÇIKÇA SÖYLER
VE TANRININ ONU ÖLÜMDEN DIRILTTIĞINE YÜREKTEN IMAN EDERSEN,
KURTULACAKSIN.»
Romalilara 10:9
«UYGUN YANIT SAHIBINI MUTLU EDER,
YERINDE SÖYLENEN SÖZ NE GÜZELDIR!»
Atasözleri 15:23
«NE MUTLU O INSANA KI, KÖTÜLERIN ÖĞÜDÜYLE YÜRÜMEZ,
GÜNAHKÂRLARIN YOLUNDA DURMAZ,
ALAYCILARIN ARASINDA OTURMAZ.»
Mezmurlar 1:1

Fazladan Top Çiklet
Yine öykü zamanı gelmişti ve çiftlikteki küçük ailenin tüm bireyleri, onlara, çocukluğuyla ilgili bir başka öykü anlatmak için gelip oturan Annenin etrafında toplandılar.
Anne bize bir öykü anlattı. Henüz dört yaşındayken Anneye harcaması için iki lira verilmişti. Anne, öyle mutlu olmuştu ki! Hoplaya zıplaya, aşağı kaldırımdaki şekerci dükkanına gitti. Çocukların hepsi yerlerine oturduktan sonra anne devam etti. “İlk kez tek başıma alış veriş yapmaya gidiyordum. Eczanenin karşısındaki top çiklet makinesine doğru koştum. Diğer yapanları izlemiştim, onların yaptığı gibi ben de liralarımdan birini delikten içeri yerleştirdim. Sonra tık sesi gelene kadar lövyeyi kaldırdım. Pembe bir top çiklet hemen dışarı yuvarlandı.
“Top çikleti ağzıma atıverdim. Sonra diğer lirayı da makineye yerleştirdim ve tekrar lövyeyi çektim. Yeşil bir top çiklet avucuma düştü. Bu, Anneciğim içindi.”
Top çikletimi aldığım ve param bittiği için eczaneden ayrıldım ve hızla eve gittim. Sıcak yaz güneşi ve hopama zıplamalarım ellerimi terletmişti. Durdum ve yapışkan yeşil top çikleti diğer elime aldım. Elim, top çikletten çıkan yeşil boyayla boyanmıştı. Dilimin ucundaki pembe ile elimdeki yeşilin tadlarını kıyasladım. Mmmmm – yeşil çiklet nane tadındaydı ve iyiydi – neredeyse benim pembemin tadından daha iyiydi! Annemin bu tadı seveceğini biliyordum. Kaldırımdaki bir engeli daha atlayıp geçtim. Bu zamana kadar diğer elim yapışkan olmuştu, bu yüzden diğer elime almak için durdum. Sol avucum yemyeşil olmuştu. Avucumdaki yeşili yaladım ve top çikleti tekrar kokladım. Öyle güzel kokuyordu ki! Şeker, evimizde özel bir öneme sahipti, çünkü yoksulduk. Ayrıca anneciğim hastaydı ve artık yataktan hiç çıkmaması gerekiyordu. Aslında onu hep yatakta görmeye o kadar alışmıştım ki, bu durum artık pek aklımı kurcalamıyordu. Yol boyunca yürüken keskin dişlerim top çikletin yanından bir ısırık daha aldı.
“Annenin gözleri, acıklı görüntüsü olan top çikleti ona sunduğum zaman, bir gülümsemeyle parladılar. ‘Teşekkür ederim, benim küçük tatlım. Hayret! Bu zavallı top çikletin başına gelenleri çok merak ediyorum.’ Konuşmaya başladığımda yüzüm kızarmıştı: “Ben – onu bir kayanın üzerine düşürdüm, ve – o kırıldı.’ Sonra hızla odadan çıktım.
“Annemin yüzündeki gülümseme soldu ve yüreği üzüntüyle doldu. Üzülmüştü, çünkü ona götürdüğüm hediyenin durumu hakkında soru sormuş ve fikrini söylemişti, hediyem öylesine çocuksuydu ki. Onu gerçekten yaralayan, benim ağzımdan ilk kez bir yalanın çıktığını duymasıydı.”
“Tanrı sözündeki şu ifadeler nasıl da gerçektir,”
«YÜREK HER ŞEYDEN DAHA ALDATICIDIR, IYILEŞMEZ,
ONU KIM ANLAYABILIR?»
Yeremya 17:9
“Günah, uzun süre gizlenemez…
«KÖTÜLER DAHA ANA RAHMINDEYKEN YOLDAN ÇIKAR,
DOĞDU DOĞALI YALAN SÖYLEYEREK SAPAR.”
Mezmur 58:3
«ÇÜNKÜ HERKES GÜNAH IŞLEDI
VE TANRININ YÜCELIĞINDEN YOKSUN KALDI.»
Romalılar 3:23
“Evin yan tarafına çamurdan turtalar yaptığım yere gittim. Toprakla suyu karıştırıp birkaç küçük kek hazırladım. Üzerlerini kuru üzüm yerine küçük taş parçacıklarıyla süsledim ve sıraya dizdim pişmeleri için güneşin altına koydum. Ama içim huzurlu değildi. Her zamanki gibi şarkı söylemiyordum ve annemin beni göremeyeceği bir yerde, evin dışında kalmam gerektiğini hissediyordum. Kendimi çok yalnız hissediyordum. Ellerim çamur içindeydi, bu nedenle dışardaki lavaboya gidip onları yıkadım. Sonra yere oturdum ve tırnaklarımın içinde kalmış olan çamur parçalarını çıkartmayı denedim.bu işleri yaparken, tırnaklarımdan birinin üzerinde küçük beyaz bir nokta olduğunu fark ettim. Tebeşire benziyordu, ovaladım ve ovaladım ama çıkmadı.
Anne içerde dua ediyordu. Rab onun hem Kurtarıcısı hem de Teselli Edeniydi, çünkü her konuda çok uzun zamandır O’na güvenmişti. Bilgelik için dua etti ve onu, cennete, Yuvasına, Kendisine yönlendirmesine yardım etmesini istedi.
“Dua ederken, birkaç yavaş adımın farkına vardı. !Anneciğim, tırnağımın üzerindeki bu beyaz şey ne?’ Anneciğim, küçük ellerimi kendi ellerinin içine alarak, ‘Getir, bakayım’ dedi. ‘Ben küçük bir kızken ve okula giderken, bir gün bunun aynısından kendi tırnağımda da görmüştüm. Kız arkadaşım bana, bir yalan söylediğim için böyle olduğunu söyledi. Belki yalnızca kalsiyum eksikliği ya da bir ezilmedir. Sence nedeni ne olabilir?’
“Kendimi tekrar huzursuz hissettim – cevap vermedim. Anne konuşmaya devam ederek, doktor en son kez kendisini görmeye geldiğinde, ona artık burada daha fazla kalmayacağını bildirdiğini söyledi. Kısa bir süre sonra İsa ile birlikte olmak için benden ayrılacaktı ve benim de cennete gideceğimden emin olmak istiyordu. Onu cennette tekrar görmeyi çok isterdim.
Anne, “Hiç kimse o mutlu yere üzerinde günahla giremez – çünkü Tanrı kutsaldır” dedi. Ben, ona, “günah nedir?” diye sordum. ‘Günah, Tanrı’nın sözünde bildirilen Tanrı yolunu izlemek yerine, insanın kendi yolunu izlemesidir. Tanrı bizden, yalan söylemememizi, çalmamamızı ya da ağzımızdan kötü sözler çıkmamasını ya da kötü şeyler yapmamamızı ister. Ve tek bir günah bile benim küçük kızımı sonsuza kadar dışarda bırakır.’
“Yüzümü, annemin kollarına gizlemiş, ağlıyordum. ‘Anneciğim, çikleti düşürmedim, yalnızca küçük bir ısırık aldım. Tanrı beni dışarda mı bırakacak? ‘Tanrı seni çikletin tadına baktığın için dışarda bırakmayacak, çünkü Will Amca onu satın alman için sana para Verdi, o çiklet zaten sana aitti. Ama bu konu hakkında bir yalan söylediğin için dışarda bırakacak. Gel, şimdi bu yalanı Rabbe itiraf edelim ve O’na, çarmıhta bizim cezamızı çektiği ve günahımızın yargısını yüklendiği için teşekkür edelim. O’nun kanı bizi her günahtan temizler ve günahlarımızı itiraf ettiğimiz zaman, O, günahlarımızın hepsini yıkayacaktır. Biz O’na aitiz ve hiç kimse bizi O’nun elinden alamaz.’ ( Yuhanna 10:28 )
«YIKA BENI, KARDAN BEYAZ OLAYIM.»
Mezmurlar 51:7
«AMA GÜNAHLARIMIZI ITIRAF EDERSEK,
GÜVENILIR VE ADIL OLAN TANRI GÜNAHLARIMIZI BAĞIŞLAYIP BIZI HER KÖTÜLÜKTEN ARINDIRACAKTIR.»
1 Yuhanna 1:9

Sırrı Açığa Vuran Kedi
“Oğlanlar ve kızlar, Anneniz küçük bir kızken başından geçenleri anlatan bir öyküyü duymak hoşunuza gider miydi?” Tüm aile hevesli yüzlerle Annenin çevresine toplandı ve Anne uzun yıllar öncesinde kalan yıllarını anlatmaya başladı. Yaşamımdaki en büyük zorluk, Annemi çok küçük yaştayken kaybetmem oldu. Küçük kız kardeşimle tek başımıza kaldık. Ben, genellikle yalnızdım ve annemi çok özlüyordum. Büyükannemi sevmeme rağmen, büyükannem ben çok küçükken yanımda olan ve beni seven kendi Annemin yerini dolduramıyordu. Anne şimdi onlara yeni bir öykü anlatmaya başlıyordu, çocuklar heyecanla kıpırdadılar:
“Bir gün, bir kamyon kervanı evimizden fazla uzakta olmayan boş bir arsaya geldiler. Çadırlar kurmaya başladılar, bir atlıkarınca getirildi, bir dönme dolap ve dondurma ve şeker kabinleri yerleştirildi, tüm bu yaptıklarıyla doğal olarak etrafta büyük merak uyandırdılar. Düşünebileceğinizden çok daha kısa bir süre içinde hava, müzik melodileriyle ve bağıran insan sesleriyle doldu. ‘Uzaktan bakma, yakına gel!’… Anne devam etti: “evden çıktım ama ancak bana izin verilen mesafe kadar uzaklaşabildim – yalnızca blokun sonuna kadar gidebildim. Ve oradan gözlerimin görebildiği her şeye baktım. Başka çocukların da oraya gittiklerini gördüm ve kısa bir süre sonra koşarak eve dönüp büyükanneme benim de boş arsaya gidip gidemeyeceğimi sordum. Büyükannem, ‘Hayır’ dedi, ‘orası dünyanın çekiciliği, – gözün gördüğü ve kulağın işittiği her şey parlak ve eğlenceli görünür, ama bunlar boş zevklerdir ve Rabbi hoşnut etmezler.

Anne, etrafındaki ailesine baktı. Onun ne kadar büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını anlamışlardı. Anne anlatmaya devam etti, “Dışarı geri dönüp ön kapının üstüne çıkarak sallanmaya başladım, büyükannelerin hiçbir şeyden anlamadıklarını düşünüyordum. Aslında, belki de büyükanneler küçük kızları çok sevmiyorlardı! Ama bu sevgili büyükanne beni gerçekten anlıyor ve seviyordu – ve Annemin öldüğü geceyi ve onun beni kendisine emanet ettiğini çok iyi hatırlıyordu.
“Büyükanne beni Rab için yetiştirmek istiyordu ve bu isteği onun zorluk çekmesine neden olacaktı. Özellikle, gözleri hiç iyi görmediği için gece ve gündüz arasındaki farkı anlamakta sorun yaşıyordu. Bazen Anneme verdiği sözü tutamayacağını hissederdi, çünkü genellikle hep yorgun ve bitkin olurdu. İçini çeker, Rab İsa’ya dua eder ve O’ndan beni bu dünyanın tuzaklarından ve ayartmalarından koruması için bilgelik ve güç isterdi ve her duasında gerçekten kurtulmanın anlamını tam bilebilmemi dilerdi.
“Akşam yemeği bittikten ve ben bulaşıkları kaldırdıktan sonra kapı çalındı. Gelen, beni kendisiyle birlikte karnavala gitmem için davet etme amacıyla uğramış olan küçük bir okul arkadaşımdı.
Büyükanne, arkadaşıma, “Hayır, o seninle gidemez ama belki sen burada kalabilir ve Ann ile oynayabilirsin.’ “Çok yakın arkadaştık ve ikimiz de annelerimizi kaybetmiştik. Acımız ortak olduğu için birlikte vakit geçirmek hoşumuza giderdi.Pearl’ün hayal kırıklığı aşikardı ve bir süre düşündü. Daha sonra, bana parasını gösterdi. İki kez dönme dolaba ve atlıkarıncaya binmek ve şeker ve patlamış mısır için yeterliydi. Ya da yalnızca dört kez atlıkarınca ve dönme dolaba binebilirdik. Beni düşündüğü için karnaval eğlencesinden vazgeçmek istemedi.
“Pearl, elini bana uzattı. ‘İşte burada, yarısını sen al’ diyerek parasının yarısını özveriyle davranarak bana vermek istedi. Kafamı sallayarak, ‘Hayır, alamam’ dedim. ‘Neden alamazsın peki?’ ‘Büyükannem gidemeyeceğimi söyledi.’ Eğer hızlı koşarsak, gittiğimizi fark etmeyebilir bile.’ ‘Olmaz, sen git!’ Pearl, ‘Bazen senin macera yaşamaktan korktuğunu düşünüyorum,’ diyerek konuşmamıza son verdi.
“Bundan sonra fazla bir şey konuşulmadı. Zaman yavaş ilerliyordu, çünkü mutlu değildik ve her zamanki konuşkanlığımız da kalmamıştı. Büyükannemin başının sallandığını fark ettik ve sonra sesler çıkartarak uyumaya başladı. Tek kelime etmedik ve hemen ön kapıdan dışarı çıkıp yaz akşamının içine karıştık. Karnavalın göz kırpan ışıklarına ve bangır bangır çalan müziğine doğru hızla koştuk.
«EY DELIKANLI, GENÇLIĞINLE SEVIN,
BIRAK GENÇLIK GÜNLERINDE YÜREĞIN SEVINÇ DUYSUN.
GÖNLÜNÜN ISTEKLERINI,
GÖZÜNÜN GÖRDÜKLERINI IZLE,
AMA BIL KI,
BÜTÜN BUNLAR IÇIN TANRI SENI YARGILAYACAKTIR.»
Vaiz 11:9
“Atlıkarıncadaki bir atın üstüne tırmanırken, kalbim hızla çarpıyordu, neredeyse hastalanmış gibi hissediyordum. Her şey bir görüntü ve ses karmaşası haline gelene kadar döndük ve döndük. Pearl gülümsediğinde, ben de gülümsemeye çalıştım ama midem bulanıyordu. Atlıkarınca bir daire halinde sanki hiç durmayacakmış gibi fıldır fıldır dönüyordu.
Pearl, ‘Bundan sonra neye binelim?’ diye sordu. Ben, ‘Hiçbir şeye! Haydi eve gidelim’ diye cevap verdim. ‘Biraz şeker ister miydin?’ ‘Hayır, ben eve dönüyorum.’ ‘Haydi ama!’ diyerek kalmamı isteyen küçük arkadaşım Pearl’e hoşçakal dedim.
“Pearl, ikna etmeye çalışmasının yararı olmadığını anlayınca eve yaklaşıncaya kadar yanımda benimle birlikte ve benimle yarışırcasına koştu. Alacakaranlık koyulaşmıştı ve biz ayrıldığımızda gölgeler içinde olan ev, şimdi ışıl ışıl parlıyordu.
“Büyükannemin uyandığını ve evde olmadığımın farkına vardığını düşündüğümden, içim hayal kırıklığıyla doluydu. Sözünü dinlemeyip gittiğim için herhalde kızmıştı! Ah, acaba beni nasıl karşılayacaktı? Korku ve kaygı arasında gidip gelirken sarsıldığımı hissettim. Biliyordum, büyükannem bana korkunç kızgındı.
“Korku içinde evin önündeki basamakları koşarak çıktım ve kapıyı açtım. Gördüğüm şeyi zaman asla sönükleştiremedi. Benim gümüş saçlı sevgili büyükannem, neredeyse hiç görmeyen gözleri yaşlarla dolu bir halde dua ediyordu, hem de benim için dua ediyordu.
“Üzgünüm büyükanne,’ derken gözlerim doldu, çünkü yaramaz ve itaatsiz davranışlarımla onun üzülmesine neden olmuştum ve şimdi onu böyle üzgün görünce yüreğim ağırlaşmıştı. Sonunda, ‘Ama nereden anladın, büyükanne?’ diye sordum.

“Büyükanne, başını sallayarak ocağın yanında oturan küçük kediyi işaret etti. ‘Bu kedi nereden çıktı ve buraya nereden geldi?’ diye sordu. ‘Kediyi de nereden geldiğini de bilmiyorum, ama kediyi herhalde sen içeri almış olmalısın. Kedi mutfaktaki ocağın üstüne doğru atladı ve herkesi uyandıracak kadar büyük gürültü çıkarttı.’
“Pearl ve ben, zihnimiz karışmış bir şekilde birbirimize baktık. Pearl, bana,’Sen hiç kedi gördün mü?’ diye sordu. ‘Hayır, ben de kedi filan görmedim. Bu kedi kimin olabilir ki?’ diye sordum.
“Anne, kendisini dinlemek için toplanmış küçük yüzlere taker taker baktı. Ve, ‘aranızda bu kedinin nereden geldiğini tahmin edebilecek olanınız var mı?’ diye sordu. “Pekala, o zaman ben size söyleyeyim. Kedi Rab’den geldi. Rab, Yunus sözünü dinlemediği zaman, Yunus’u yutması için büyük bir balığı harekete geçirdi. Balam’ı azarlaması için dilsiz bir eşeği konuşturdu. Ve Petrus’a, şeytanın kendisini buğday gibi kalburdan geçirmek için izin aldığı uyarısını hatırlatması için bir horozun ötmesini sağladı. Ama İsa, Petrus imanını yitirmesin diye onun için dua etti. Petrus, horozun öttüğünü duyduğu zaman, İsa’nın ona söylediklerini hatırladı. Tam o anda İsa dönüp Petrus’a baktı ve göz göze geldiler. Petrus’un gidip bir köşede acı acı ağlarken neler hissettiğini şimdi anlayabiliyorum. Bu kediyi de Rab gönderdi! İsa’nın Kendisini izleyenleri ve ayaklarını yanlış yoldan koruyanları sevdiğini ve gözettiğini düşünüyorum!” “Kendi halkını koyun sürüsü gibi güttü… ve becerikli Elleriyle onlara yol gösterdi.” Mezmur 78:50,52,72. “Seni koruyan uyuklamaz.” Mezmur 121:3.
“Kurtulduktan çok kısa bir süre sonra, Rab bu sözleriyle yüreğime ve vicdanıma konuştu, günahkar ve dik başlı olmama rağmen, Rab’bin bana olan sevgisini ve iyiliğini fark ettim. Günahlı olduğumu itiraf ettim ve İsa’yı Kurtarıcım olarak kabul ettim. Sonra mutlu bir yürekle şarkılar söyleyebildim, çünkü tüm günahlarım bağışlanmıştı. Kurtarıcı’yı tanıyor musunuz?”
«TANRI OĞLUNUN ADINA IMAN EDEN SIZLERE,
SONSUZ YAŞAMA SAHIP OLDUĞUNUZU BILESINIZ DIYE BUNLARI YAZDIM.»
1 Yuhanna 5:13
Onlar Benim Olacaklar

Randy, “Yalnızca eski bir konu hakkında bir okul ödevi yazman gerekiyor diye, yılın en sıcak gününde bu eski mezarlığı ziyaret etmeyi neden seçtin?” diye şikayet etti, Bunları söylerken, çoraplarından birinin içine girmiş olan birkaç dikeni çıkarmak ve ayakkabısının içindeki çamuru dışarı atmak için bir ayağının üstünde sekiyordu. Diğer çocuklar küçük eski mezarlığa giden tepeye doğru yavaş ve güçlükle ilerliyorlardı. Sam ve Herb, yolun son bölümünde kimin kazanacağını görmek için koştular ve birbirleriyle yarıştılar. Berabere kaldılar. Kollarını yukarı kaldırıp sallayarak, “Biz kazandık! Biz kazandık!” diye bağırdılar. Gruptan ayrılanlar, yokuş yukarı yürüyerek Sam ve Herb’in dinlenmek için oturdukları mezar taşına yaklaşırken hızlı hızlı soluyorlardı.
“Bu tepeden aşağı bakınca etraftaki her şeyi yukardan görebilirsiniz. Ne güzel! Buradan baktığınız zaman, aşağıdan baktığınızda gördüğünüzden daha fazla mezar görebilirsiniz. Delicelerin boyu öylesine yüksek ki, mezarların kime ait olduğunu yazan taş levhaları ve mezar taşını göremezsiniz.”
En büyük mezar anıtının çevresinde dövme demirden çit vardı ve oğlanlar bunun neden böyle önemli olduğunu anlamak için özenli bir araştırma yaptılar. Mezar yazıtını okudular:
“Baba ve Anne.
Anne.Oliver G. Gallaher
1840-1880”
ve karşısındaki yazıtın üstünde şunlar yazılıydı:

“Mary E. Maley
O.G. Gallaher’in Karısı”
“Sam, hayretle, “Bin sekiz yüz kırk” dedi. “Neredeyse bundan yüz yıl önce.” Herb, “Evet, ama şuradaki diğer küçük yazıtı da oku,” dedi. Ve yazıları okuyabilmek için, yazıtın üzerini kaplamış olan deliceleri ve kiri eliyle uzaklaştırdı. Buradaki daha da eski, bak oku!”
“William Gallaher
1802-1887″
Beth, herkesin duyması için yüksek sesle, “William, Oliver’ın babası olmalı. Ve William’ın, Marcus Whitman ile aynı zaman döneminde yaşadığını biliyor musunuz? İsim yazılı olmayan mezarın çevresinde küçük bir tahta parmaklık bulunuyordu. Beth, mezar taşının üstündeki yazıyı okudu. Şu sözler yazılıydı:

“Artık yanımızdan ayrıldıkları için
Şikayet etmekten kaçınalım
Kısa bir süre sonra yeni ve iki kat daha fazla ışıkta
Onlarla tekrar bir araya geleceğiz.”
“Bu sözlere bakınca onların Rab İsa Mesih’e iman ettiklerini ve cennete O’nunla birlikte olmaya gittiklerini anlayabiliriz, öyle değil mi?” Herb, yüksek sesle konuşarak, “Elbette, eğer onlar Rab İsa’nın, onları tüm günahlarından temizlemek için onların yerine geçerek çarmıhta öldüğüne ve dirildiğine iman ettilerse O’nunla birlikte cennettedirler. Biz de oraya gittiğimiz zaman onları göreceğiz. Onlara aklımıza gelen soruları sormak eğlenceli olacak” dedi.
“Bakın, burada ne yazılı,
“Maria Kirk”
1822-1885
Yüce mücadeleyi sürdürdüm.”
Beth diğerlerini yanına çağırarak, onlara, “Bu sözler Elçi Pavlus’un ölmeden önce söylediği sözler, öyle değil mi?” diye sordu. “Sam, “Evet, ama Pavlus bu sözlerden daha fazlasını söyledi” diye yanıt verdi. Pavlus aynı zamanda, “Yarışı bitirdim, imanı korudum” da dedi.
Herb, “İman nedir?” diye sordu. Sam, “Kutsal Kitabın mesajına inanmaktır,” diye yanıtladı. “Bizi günahlarımızdan kurtarmak için çarmıhta ölen Rab İsa’ya inanmamız gerekir. Rab İsa bizi uğrumuzda canını feda edecek kadar çok sevmeye istekliydi. Çarmıhta bizim yerimize öldüğünde bizi nasıl seviyorsa şimdi de aynı öyle seviyor. O, dün, bugün ve sonsuza kadar aynıdır.”
Randy, “Şu mezar taşına bakın” diye seslendi. “Ida May Gallaher Buroker.” “Bayan McInroe ile ilişkisi olmalı çünkü Bay McInroe ile evlenmeden önce soyadı Buroker idi. Gelin, onun evine gidelim ve kendisine bazı sorular soralım.”
Tepenin eteğinden itibaren, yol boyunca suları ışıldayarak akan bir dere, köprünün altından geçerek yoluna devam ediyordu. Köprünün diğer tarafında büyük bir çiftlik evi vardı. Burada yaşlı dul bir hanım ve iki kızı oturuyordu. Yol kenarındaki evin önünde bir dizi posta kutusu bulunuyordu. Çocuklar hızla çiftlik evi yönünde koşuyorlardı.
“Yalnızca hayal et, William Gallaher yıllar önce buraya geldiği zaman, burada sadece Kızılderililer yaşıyordu,” Sam, o yıllarda yaşamın nasıl olduğunu düşünüyordu. Sözlerine şunları ekledi: “Ve tabii bizonlar da vardı!”
Beth ve erkek kardeşleri kendilerini birdenbire Bayan McInroe’nun evinde buldular ve çocuklar kapıyı çalmaya çekindiler. Beth, “Önce sen çal” diye fısıldadı. Randy, “Hayır, sen çal! Buraya gelmek senin fikrindi, Beth” dedi. Beth, “En büyüğümüz sensin, Sam” diye konuşmaya devam ederken, ön kapı açıldı ve dost canlısı bir ses, “Merhaba, birini mi arıyordunuz?” diye sordu.
Beth’in , aklı karışmış gibiydi, “Yo hayır – yani evet” diye cevap verdi, “Tepedeki mezarlık hakkında bazı sorular sormak istiyoruz.”
Nazik hanım,“Sanırım annem bu konuda size benden daha iyi yanıt verebilir,” diye cevap verdi. “İçeri geliyor musunuz?” diye sordu. Çocuklar evden içeri girdiler. Üzerlerindeki tozlu günlük giysileri yeterince temiz olmadığı için utanıyorlardı. Bir yere davet edildikleri zamanki gibi giyinmemişlerdi.
Bayan McInroe, tekerlekli iskemlesinden onlara gülümsedi, Onlara kendilerini evlerinde hissetmelerini söyleyerek serin oturma odasına buyur etti.
“Beth hemen söze başladı, “Okul ödevim için bir rapor hazırlamam gerekiyor ve sizin o mezarlıkta gömülü olan insanlar arasında tanıdıklarınız olup olmadığını merak ettik.” Hanımefendi, “Büyükbabam ve büyükannem oraya gömüldüler.Aynı zamanda babam ve annem de çevresinde geniş bir mezar taşı ve parmaklık bulunan mezarda yatıyorlar. Bay Oliver Gallaher benim babamdı,” dedi. “aynı zamanda kocası, Marcus Whitman ile yolculuklar yapan bir misyoner olan halam Nancy Osborn da orada gömülü.”

Sam, “Gerçekten mi?” diye sordu. Kızılderililer bu misyona saldırıp insanları öldürdükleri zaman, onlar Marcus Whitman’ın misyonunda mıydılar?” Hanımefendi, “Evet, oradaydılar” diye yanıtladı. “Halamın kocası, Kızılderililerin savaşmaya başladıklarını gördüğü zaman, mutfak zemininde kapak şeklindeki bir kapıyı açmış ve böylece hemen saklanmaları için onları evin altındaki bodrumda gizlemiş. Küçük oğulları, “Ah, babacığım, bizi burada bulacaklar” diye ağlamış. Ama halamın kocası kapıyı kapatmış ve güvenlik içinde saklanabilmişler. Ortalık sessizleşmiş ve hava kararmış, ondan sonra hiç ses çıkartmadan bodrumdan ayrılmışlar. Yalnızca bir ara masadan teneke bir kap almak için duraklamışlar. Bu teneke kabı, derenin yakınındaki bir mağaraya beraberlerinde götürmüşler. Orada üç gün kalmışlar. Bu arada babaları bir ata binerek, askerlerden korunma yardımı istemek amacıyla hızla Walla Walla Kalesine gitmiş.
Sam, hanımefendiye, “Burada uzun zamandır mı yaşamaktasınız?” diye sordu. Yanıt, “Evet” oldu. “Aslında ben burada doğdum. Küçük bir kızken, her ilkbaharda bu patikadan gelen Nez Perce kabilesine ait Kızılderilileri görürdüm. Umatilla Kızılderililerini ziyaret etmek için yolculuk ederlerdi. Sonbahar gelince, bu defa Umatilla Kızılderilileri, arkadaşları Nez Perce Kızılderililerini ziyaret etmek için bu patikadan geçerlerdi. Yıllar sonra bu yol, Pendleton ve Clarkston şehirleri arasında posta arabalarıyla seyahat edilen bir yol haline geldi. Babamın buradaki çiftlikte at ahırları vardı, çünkü bulunduğumuz bu yer yolculuğun tam ortası oluyordu. Yolcular hep burada durur ve ahırlarda atlarını değiştirirlerdi. Bazen, yorgun olduklarında evimizde yukardaki odalarda geceyi geçirirlerdi. O dönemde Lewiston ve Clarkston, ana şehirlerdi.

Beth, hanımefendiye, “Eviniz, bir han mıydı?” diye sordu. “Babam çok merhametli biriydi ve hiçbir yolcuyu asla geri çevirmedi.”Sam araya girerek sordu: “Mezarında tahta parmaklık olan kim?” “Peki, anlatayım. Bir defasında Kızılderililer dere kenarında kamp yaptıklarında şeflerinin oğlu çok hastalandı. O gece öldü. Zatürreden öldüğünü düşünüyoruz. Babam, onlara çocuğu bizim tepedeki yerimize gömebileceklerini söyledi. Onlar da öyle yaptılar. Aradan yıllar geçtikten sonra, bu yoldan her geçişlerinde orada ruhsal bir tören düzenlediler. Küçük mezarın yanında şarkı söylediklerini, dans ettiklerini ve yas tuttuklarına tanık olurduk. Belki de yaptıkları bu törenle kötü ruhları korkuttuklarını düşünüyorlardı, işin aslını gerçekten bilmiyorum.”
Görüşme bittikten sonra eve dönerken yolda, herkes bir ağızdan konuşuyordu. “Bunca yıl önce olanları hatırladığına göre çok yaşlı olmalı.” “Acaba Kızılderililer hala bu mezara geliyorlar mı?” “Bu mezarlığa çok ama çok uzun zamandan beri hiç kimsenin gömülmediğini düşünüyorum.” “Bir düşünsene, Rab İsa geldiği zaman, bu mezarlar açılacak.” “Yani, yalnızca eğer Rab İsa’yı Kurtarıcıları olarak kabul ettilerse demek istiyorsun!” “Kutsal Kitapta şöyle yazıyor:’İlk önce Mesih’teki ölüler dirilecek.” “Diğerleri de dirilecek, öyle değil mi?” “Evet, Bin Yıldan sonra, Vahiy kitabında yazılı olduğu gibi, yargılanmak için Büyük Beyaz Tahtın önüne gelecekler.”
Beth, “Bizler artık mezar yazıtlarındaki isimleri okuyamıyor olsak bile, Rab orada kimin gömülü olduğunu biliyor,” dedi. Sam, “Adım Kuzu’nunYaşam Kitabında yazılı olduğu için çok sevinçliyim. En önemli olan budur, çünkü Tanrı, Ailesi’ne yeniden doğan çocuklarının hiç birini asla unutmaz,” diye yanıtladı. “Eğer kurtulduğumuzu biliyorsak, o zaman bir gün cennette olacağımızı da biliyoruz. Rab İsa biz henüz bu bedenlerdeyken bizim için geri dönerse ya da O gelmeden önce bu bedenlerden ayrılırsak, bizim için fark etmez.
«RAB’BIN KENDISI,
BIR EMIR ÇAĞRISIYLA, BAŞMELEĞIN SESLENMESIYLE,
TANRI’NIN BORAZANIYLA GÖKTEN INECEK.
ÖNCE MESIHE AIT ÖLÜLER DIRILECEK.
SONRA BIZ YAŞAMAKTA OLANLAR,
HAYATTA OLANLAR,
ONLARLA BIRLIKTE RABBI HAVADA KARŞILAMAK ÜZERE BULUTLAR IÇINDE ALINIP GÖTÜRÜLECEĞIZ.
BÖYLECE SONSUZA DEK RAB’LE BIRLIKTE OLACAĞIZ.»
1 Selanikliler 4:16-17
Rab İsa şöyle dedi,
«ADLARINIZIN GÖKTE YAZILMIŞ OLMASINA SEVİNİN.»
Luka 10:20
«ADI YAŞAM KITABINA YAZILMAMIŞ OLANLAR ATEŞ GÖLÜNE ATILDI.»
Vahiy 20:15
Bir Dağ Aslanı Öyküsü
İki oğlan, heyecan içinde birbirleriyle konuşuyorlardı, “O, gerçek bir kovboy!”
“O, ilk vahşi atını daha dokuz yaşındayken terbiye etti.” “Onun babası, oğluna dokuzuncu yaşgünü hediyesi olarak verdiği bu vahşi atı, uzaklardaki tepelerden birinde yakalamıştı.”
İri iri açılmış gözleriyle, merdivenlerden çıkan ve eve girmek üzere olan Büyükbaba Blann’ın kendinden emin adımlarını izlediler. Dimdik yürüyordu ve siyah saçlarının arasından sarkan sevimli bir buklesi vardı. Yağmur yağarken ya da güneş kızgınken asla şapka giymezdi.

Büyükbabanın yumuşak ses tonuyla verdiği selama, her iki çocuk çekingence karşılık verdiler:” Merhaba!” En sevdikleri ziyaretçileri, ellerini sıktığı zaman, ellerinin, onun ellerinin içinde çok küçük kaldığını hissettiler. Büyükbabadan gelir gelmez bir öykü anlatmasını istemeleri hiç de nazik olmazdı, ama bunu söylemekten başka ne söyleyebileceklerini düşünmek, çocuklar için zordu. Babanın, onu evlerine davet etmesi çok iyi olmuştu. Anne, Büyükbaba için üzerine seksen beş mum koyduğu sürpriz bir doğum günü pastası yapmıştı. Çocuklar heyecandan kıpır kıpırdılar, beklemek için sabredemiyorlardı. Anne, biraz sonra tüm mumları yakacak ve pastayı, yemeğin tatlı bölümü için yemek odasına getirecekti. Herkes, “Mutlu Yıllar Sana” şarkısını söyleyecekti.
Gençlik yıllarında daha çok ‘Kovboy Bill’ olarak bilinen Büyükbaba Blann, bu ülkeyi, büyük at sürülerinin John Day adlı ıssız topraklarda vahşi ve özgür olarak koştukları o eski günlerden beri çok iyi tanıyordu. Bu atlardan yüzlercesini yakalamış ve 1. Dünya Savaşı sırasında onları ABD Süvari Birlikleri için eğitmişti. O atlar hakkında herkesten çok daha fazla bilgiye sahipti ve çocukların ikisi de onun en iyi kovboy olduğunu biliyorlardı.
Kovboy Bill, bu gece yemekteyken, atlardan söz etmiyordu. Yetişkinlerin hepsi Kutsal Kitap hakkında konuşuyorlardı. Kutsal Kitapta, Şeytanın kendisine, “bir ışık meleği süsü verdiğini” yazar (2.Korintliler 11:14). Şeytan, insanların Kutsal Kitaptaki gerçeği öğrenmelerine engel olmak için sahte dinlerin hepsini kullanmayı arzu eder. İnsanlar, Tanrı’nın Sözünü okumak ve Tanrı’nın ne söylediğini öğrenmek yerine, yanlış öğretişleri kabul etmeye isteklidirler. Yakılmak için demet yapılırlar (Matta 13:30). Cennete giden doğru yolda olduklarını iddia ederek, aldatılmayı tercih ederler.
Kutsal Yazılar, aynı zamanda Şeytanın “kükreyen bir aslan gibi yutacak birini arayarak dolaştığını” (1.Petrus 5:8) yazar. Anne babalarının ya da diğer Hristiyanların uyarılarına kulak asmayan pek çok dikkatsiz ve tedbirsiz kişi, doğrudan öz yıkım kalesine yürümektedirler. Şeytan, insanları, gerçek elçilerin yazılarını ve İsa’nın sözlerini içeren Kutsal Kitabı okumaktan uzak tutmak için genellikle korkuyu kullanır.
Kovboy Bill, “Bu, bana yaklaşık on dört yaşımdayken yaşadığım sıcak bir yaz gününü hatırlatıyor. Annem, iyi süt veren bir ineğin uzaktaki yeşil bir otlakta bir buzağı doğurmak üzere olduğunu söyledi. Benden otlağa gitmemi ve ineği bularak onu, buzağıyı doğurmadan önce ahırdaki samanlığa getirmemi istedi. Böylelikle buzağı doğduktan sonra ona verecek sütümüz olabilecekti” dedi.
“Ben de bunun üzerine benim eğitmiş olduğum bir midilliyi eyerledim ve üzerine binerek evden ayrılarak, yaklaşık bir buçuk kilometre ilerdeki sürünün otladığı yere doğru yola çıktım. Gökyüzünde hareket eden büyük bulutların giderek daha koyu renkler aldıklarını gördüm ve bir süre sonra gök gürlemeye ve şimşekler çakmaya başladı. Çok geçmeden yağmur iri damlalarla geldi ve gök gürültüsü fırtınasının sesi, daha da yükseldi. Yağmurdan ıslanmaya başlamıştım ve eve dönmemin daha iyi olacağına karar verdim. Midillinin yönünü değiştirdim ve aşağıya dar bir vadiye doğru inmeye başladım, çünkü eve giden en kestirme yol orasıydı.”
“Büyük bir ağaç, şiddetli rüzgar nedeniyle yere düşmüştü. Ağacın düştüğü yer vadinin tam ortasıydı, ama altından geçmek için bol bol yer vardı. Bu nedenle, iyi bir hız tutturdum ve aşağı kısımdan yola girdim. Midilli gergindi, ama eve gittiğimizi biliyor gibiydi. Vadinin ortasına düşmüş olan ağaca yaklaşıncaya kadar ona yön vermeme pek ihtiyaç duymadı. Ama sonra birdenbire geri döndü ve tepeye, yukarı doğru gitmeye başladı. Şimşekten ve gök gürültüsünün çıkarttığı sesten korktuğunu biliyordum. Bu yüzden dizginlerini geri çekerek onu döndürdüm ve aşağıya vadiye yönlendirdim.”

“İlk gittiğimiz kadar uzağa gitmemiştik ki, midilli şaha kalktı ve yoldan ayrılmak için geri döndü. Onu gerektiği kadar çabuk durduramadım. Midilliyi durdurduğum zaman, dizginlerini çok sıkı kavradım. Bu kez onu ağacın gövdesinin altından gitmesi için yönlendirmeye kararlıydım. Dizginleri gergin tuttum ve dört nala gitmesi için onu mahmuzladım. Oraya neredeyse varmıştık ki, yukarı baktım. Ağaç kütüğün tam üstünde büyük bir dağ aslanı yatıyordu! Yolun üstüne çömelerek sinmiş, bir kedinin fareyi gözlediği gibi bizi gözlüyordu. Avının üstüne sıçramaya hazır bir halde, kuyruğunu sallıyordu.”
Randy’nin gözleri büyümüştü. Öyküyü dinlerken korkudan neredeyse felce uğramış bir durumdaydı. Doğum günü pastasını bile unutmuştu. Tabağındaki yemeklere gelince, onlar da olduğu gibi duruyordu. Büyükbaba Blann yumuşak sesiyle öyküye devam etti: “Bu defa, atı ben geri döndürdüm ve at dört nala koşarak hızla oradan uzaklaştı.”
İblis, kükreyen aslan gibi ‘yutacak birini arayarak’ dolaşıyor. 1.Petrus 5:8. Onu görebilir miyiz? Hayır, onu göremeyiz. Ama Tanrı, dikkatli olmamız için bize çok aşikar uyarılarda bulunur. Bize, kötülerin öğüdüyle yürümememizi, günahkarların yolunda durmamamızı ve alaycıların arasında oturmamamızı söyler. (Mezmur 1:1) “Çünkü Rab, doğruların yolunu gözetir, ama kötülerin yolu ölüme götürür.” Mezmur 1:6.
Eski Antlaşma’da Davut şöyle der:
«EY RABBİM TANRIM, GÜVENDİĞİM TEK SENSİN;
SANA SIĞINIRIM: ZULMEDENLERDEN KORU BENİ VE KURTAR:
CANIMI BİR ASLAN GİBİ YIRTIP PARÇALAMASINLAR…»
Mezmur 7:1 ve 2.
Önce Ardından Gidin
Yanan odunlar, büyük şöminenin içinde çatırdılar ve kütürdediler. Alevlerin parlak ışığı, Kovboy Bill’in ayaklarının dibine oturmuş çocukların gözlerinden yansıyordu. Kovboy Bill, geçmiş yaşamını düşünüyor ve sonra da yıllar öncesinde gerçekten başından geçmiş olan maceralarını öykülere dönüştürerek anlatıyordu.
Çocuklardan biri, “Hiç vahşi atlar sürüsüne öncülük eden bir at yakaladın mı?” diye sordu.
“Tabii, evet, bir tane vardı…” Bir süre gençlik yıllarını düşündü ve düşünürken gözleri pırıldadı. “Bu öykü, sizin düşündüğünüz şekilde sona ermeyebilir. Size çok güzel, siyah bir aygırı anlatacağım. Bu harika damızlık atı vahşi atlar sürüsünün başına ben yerleştirmiştim. Sürüdeki vahşi atlar, nehrin karşı tarafında, çiftlik evimizin bulunduğu yerde dolaşırlardı.”

“Bu siyah aygırı arada sırada, uzaktaki çıplak tepelerin üstünde ya da aşağıda vadinin dibinde görürdüm. Vadide kısraklarının yem olarak yedikleri yeşillikler vardı.”
“Aygıra yaklaşabildiğimiz zamanlar, sürüsünü sığınıp saklanacakları bir yere götürürdü. Sonra boynu bükük , ağzı açık ve dişleri aralık olarak bize doğru dönerdi. Ama boynuna bir ip geçirebilecek kadar yakınına hiçbir zaman gidemezdik. Çok akıllı ve çok hızlıydı. Ah, onu kementle yakalamayı ne kadar çok isterdim!”
“Siyah aygırın harika bir binek atı olacağını hayal ederdim. Onu kementle yakalayıp özenle eğitmeyi ve kendi atım yapmayı o kadar çok istiyordum ki! Adını da “Şimşek” koymaya karar vermiştim, Şimşek, ben şimdi nasıl onun arkadaşıysam, bir süre sonra aynı şekilde o da benim arkadaşım olacaktı.”
“Bir şeyi, gece rüyanıza girecek kadar çok istediğiniz oldu mu hiç? İşte benim Şimşek hakkındaki duygularım böyleydi. Ancak onu çok sık göremiyordum. Uzun bir aradan sonra onu yalnızca bir kez gördüm. Tayları yaklaşık bir yaşına geldiği zaman, tepelerde otlanmaları için onları alır ve kendilerine ait bir sürüyü başlatacakları başka bir yere götürürdü.”
“Şimşek uzaktan beni gördüğü zaman, uyarı tonunda bir ses çıkartır ve kuyruğunu sallar, sonra da aksi bir yöne doğru dört nala koşup giderdi. Şimşek, bölgeyi benden daha iyi biliyordu, çünkü orada büyümüştü ve oranın toprağını karış karış tanıyordu. O ıssız yerdeki her yamaç ve her kaya parçası onun için bir yol haritası gibiydi. Şimşek, yola çıktığı zaman nereye gideceğini bilirdi.”
“Bir yılın sonbaharında erkek kardeşim ve ben, yaklaşık yüz yabani atı ahıra almıştık. Onları rehberliğimiz yönetiminde, bozkırdan geçirerek en yakındaki tren istasyonundan göndermeyi planlamıştık.”
“Ayrılmadan bir gece önce kar yağdı. Ama yine de, hava çok soğuk olmadığı için ertesi günkü planlarımızı ertelemedik, yola çıkmaya karar verdik. Hatta karlar biraz erimeye bile başladı ve sonra yağmur yağdı. Gece bir bayır sırtında kamp yaptık. Hava, dondurucu soğuktu. Karların üst kısımlarında kalın buz tabakaları oluşmuştu. Atların ayaklarının etrafına çuvaldan bez torbaları bağladık. Bozkırdaki yolun üzerinde oluşmuş olan buz tabakasında yürürlerken ayaklarının kesilmesini ve yaralanmasını istemiyorduk.”
“O sabah, aşağıya vadiye doğru baktığımız zaman, orada otlayan bir yabani at sürüsü gördük ve siyah aygır da bu atların arasındaydı. En çok istediğim at, bu aygırdı. Vadiden çıkan yalnızca bir yol olduğundan ve bu yol da karla kaplandığı için Şimşek tuzağa düşmüştü. Onları korkutup vadiden çıkartmak için pek çok kez bağırdık, ıslık çaldık ve şapkalarımızı salladık. Aygır, alev alev yanan gözleriyle ve dişlerini göstererek yolun yukarısına doğru geldi”
“Sonra, başka bir yöne gidebilmek için bir iki defa yoldan ayırlmayı denedi ama yoldaki buz tabakası çok sertti. Ve neredeyse bir atın ağırlığına eşdeğer kalınlıktaydı. Aygır çok denedi, ancak başaramadı ve yola geri döndü. Yol, onu doğrudan büyük ahıra yönlendirdi. Onu yakalamıştım! Ama bu, kendi aklım ya da becerimle olmamıştı. Tek neden, hava koşullarıydı. Öyle mutluydum ki! Gerçek olduğuna inanmakta zorlanıyordum.”
“O sonbaharda Şimşek’i eğitmeye başlamak için bir yular kullandım. Bir sonraki ilkbahara kadar onu ahırda tuttum. Sonra eğitimine devam etmek için çiftliğimize götürdüm. Ama biliyor musunuz? Bir şey değişti. Şimşek, özgürlüğünün elinden gittiğini fark ettiği zaman, yalnızca “teslim oldu!” Artık özgürlüğü için mücadele etmedi. Ruhunun tamamı ve verdiği savaş sanki yok olmuştu. Erkek ve kız kardeşlerimden iki ya da üç tanesi her gün okula giderken ona bindiler.”
“Ama sanırım yaşam denilen şey bu. Bir şeye öyle çok ihtiyacımız olduğunu düşünürüz ki, hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi dinlemeyiz. İstediğimiz şeyi elde etmek için çok çalışırız. Ama sonunda elde ettiğimiz zaman, onu neden bu kadar çok istediğimizi merak etmez miyiz? Bu dünyadaki hiçbir şey, yüreklerimizi gerçekten ve sürekli tatmin edemez.”
«AMA SİZ ÖNCELİKLE TANRI’NIN EGEMENLİĞİNİN VE O’NUN DOĞRULUĞUNUN ARDINDAN GİDİN.
O ZAMAN SİZE BÜTÜN BUNLAR DA ARTIRILACAKTIR.»
Matta 6:33.
«GÖRÜNENLER GEÇİCİDİR,
GÖRÜNMEYENLERSE SONSUZA DEK KALICIDIR.»
2.Korintliler 4:18
Eğer, ‘yeryüzündeki değerleri değil, gökyüzündeki değerleri düşünürsek’, o zaman gerçekten bilge oluruz. Koloseliler 3:2.
Yaşamının Gururu
Kovboy Bill’in bulunduğu her yerde çevresini genellikle bir grup çocuk sarardı. Hepsi de hevesli ve meraklıydılar, soruları çoktu. Kovboy Bill çocukları severdi ve mizah anlayışı ve sakin konuşmasıyla çocuklara asla hayal kırıklığı yaşatmazdı.
Sam, “Sen gençken, her zaman giydiğin kovboy çizmelerinle birlikte kovboy şapkası da giyer miydin?” diye sordu. “Evet, tabii, ben senin yaşındayken, sanırım herkes bunları giyerdi. Aynı zamanda, Ankara keçisinin derisinden yapılmış bir kovboy pantolonum da vardı. Bu pantolonumun gerçekten harika olduğunu düşünürdüm. O pantolonu giydiğim zaman kendimi yetişkin gibi hisseder ve onunla gurur duyardım. Hatta gece yatağa girerken bile onu üstümden çıkartmak istemezdim.”

“Bir defasında, on bir yaşındayken, bir komşuya, yaklaşık yüz büyük baş hayvanı Heppner’e götürmesi için yardım etmiştim. Heppner, aşağı yukarı yüz kilometre ötedeydi ve biz hayvanları, John Day Nehrinin içinden geçirmek zorundaydık. O günlerde, köprü sayısı azdı, ancak Columbia Nehri yakınlarında, Arlington adlı küçük bir şehre giden bir feribot vardı.”
“Ben, dokuzuncu yaş günümde eğittiğim küçük stok atıma binmiştim. Hayvancılık yapanların çalışmasına uygun, iyi bir attı ve sığırları bir arada tutmayı biliyordu. Neyse, biz nehre vardığımız zaman, suya giren hayvan sürüsünü takip etti. Nehrin sığ olan yerlerinden geçtik. Mevsim sonbahardı, bu nedenle su seviyesi oldukça alçaktı. Ama nehrin ortası her zamanki gibi derindi.”
“Spray adlı küçük şehre vardığımızda vakit öğleden sonrayı geçmişti. Çocuklar okuldan çıkıyor ve evlerine gidiyorlardı. Bir şekilde, nehirde yüzen bir sığır sürüsü olduğunu işittiler. Ve hayvanların nasıl yüzdüklerini görmek için kıyı şeridi boyunca toplandılar. Ama bu yaptıkları, hayvanları korkuttu ve nehri geçmeye devam edemeyecek kadar ürktüler.”
“İnekler yüksek sesle böğürmeye ve nehrin derin olan yerlerinde dönmeye başladılar. Patronum, nehrin diğer yakasına çıktı ve bana seslenerek, “Onları hareket ettirmeye devam et, Billie, durmasınlar, onları hareket ettir!” diye bağırdı. İleri doğru devam etmeleri için elimden geleni yapıyordum ama hayvanlar benim etrafımda dönmeye devam ediyorlardı. O sırada benim atım birdenbire suyun dibine battı ve ben atımdan suya düştüm. Yüzme bilmiyordum. Yüzme bilseydim bile, yüzmem mümkün olamazdı, çünkü hem paltom hem de keçi derisi pantolonum çok ağırdılar. Tamamen suya gömüldüm. Nasıl olduğunu bilmiyordum, ama tekrar su yüzeyine çıktığım zaman, ellerimle atımın kuyruğunu sımsıkı kavramış olduğumu fark ettim. Ölüm kalım mücadelesi vererek atım, kıyıya yüzene kadar kuyruğunu bırakmadım. Eğer Tanrı merhamet etmemiş olsaydı, boğulacaktım.”
Kutsal Kitap, bize şöyle der,
«GURURUN ARDINDAN YIKIM GELİR.»
Süleyman’ın Özdeyişleri 16:18
Kovboy Bill, “Ankara keçisinin derisinden yapılmış pantolonumla çok fazla gururlanıyordum, ama ıslandığı zaman öylesine ağırlaşmıştı ki, beni suyun dibine çekti. Pantolonum neredeyse felaketim olacaktı, “ diyerek öğrendiği önemli dersle ilgili öyküsünü bitirdi.
Bizi yukarı kaldıran bir şey, bizi aşağı çekebilir, … çünkü
«TANRI, KİBİRLİLERE KARŞIDIR
AMA ALÇAKGÖNÜLLÜLERE LÜTFEDER.»
Yakup 4:6.
«ÇOCUKLAR,
RAB YOLUNDA ANNE BABANIZIN SÖZÜNÜ DİNLEYİN.
ÇÜNKÜ DOĞRUSU BUDUR;
VAAT İÇEREN İLK BUYRUK BUDUR.»
Efesliler 6:1,2.
Ektiğimiz Zaman
Saç maşası, Beth’in saçındaki son bukleyi yaptıktan sonra, Beth kollarını aşağı indirdi. Yorulnuştu, içini çekti, kolları sızlıyordu. Cumartesiler, ailenin en yorgun geçirdiği günlerdi. Bu gece, kızların çoğu geceyi orada geçireceklerdi. Aralarında yola ve çiftliğe bakan eski çiftlik evinin üst katındaki büyük yatak odasını paylaşmayı planlamışlardı.
Kızların bazıları, ağızlarında madeni saç tokalarıyla, yataklarının üstünde bağdaş kurmuş, oturuyorlardı. Bir iki tanesi, diğer kızlar alçak sesle konuşurlarken, uyuya kalmışlardı.
Yatak çarşafları yeni değiştirilmişti ve bu gece, bu yumuşak serin yatak takımlarının içinde yattıklarında ne harika bir duygu yaşayacaklardı. Beth, tarağını çekmecesinin içine bıraktı. Yorgun olduğu belliydi, küçük şişeleri çekmecenin bir yanına dizdi ve cüzdanını özenli bir şekilde çekmecenin diğer tarafına yerleştirdi. Dağınık duran doğum günü kartlarını düzenlemek için eline aldı – kartların arasından aniden ortaya çıkan bir beş dolarlık banknota inanmayan bakışlarla gözlerini dikti.
Sonra, “Hey, kızlar!” diye bağırdı. “Bakın, kaybettiğim hasat paramı buldum, işte burada!” Yeşil kağıdı zaferle başının üstünde salladı ve sevinçle zıpladı.
“Ama bu para nasıl oldu da bu çekmecenin içine girdi? Daha önce bu çekmecenin içini onlarca kez aradığımı biliyorum?” Beth, uzun zaman önce kaybetmiş olduğu parasını aniden bulunca çok şaşırmıştı.
Hasat zamanı, o çok sıcak günler sırasında Beth, annesine mutfakta yardım ederek çok çalışmıştı. Ve bu beş dolar, hayatında kazandığı ilk paraydı. Ve kendisi için anlamı gerçekten büyüktü. Ama belki de bu paraya gereğinden fazla önem vermişti ve yüreğinde, öncelikle gökteki değerleri düşünmek yerine, yerdeki değerlere daha çok önem vermek arasındaki farkı düşünmesi gerekiyordu. Ancak en azından, annesine yardım etmek için duyduğu istek ve diğer kişilere hizmet ederken harcadığı çabalar boşuna gitmemişti. Tüm bu yaptıklarını ödüllendirecek olan Rab’bin Kendisiydi. Parayı kaybettiği zamanlarda, konuyla ilgili hala üzülüyor olmasına rağmen, bu düşünce onu teselli etmişti. Ne de olsa para çalınmamıştı. Onu yalnızca yanlış yere koymuştu.
Beş dolarlık banknotu bir kaç kez katlamış ve sonra da çekmecesindeki doğum günü kartlarının bir tanesinin içine sokmuştu. Onu şimdi bulduktan sonra artık bir daha hiç kaybetmek istemiyordu. Para bu kez güvendeydi! Minnet dolu yüreğiyle Rabbe teşekkür etmek için diz çökerek dua etti. Ve sonra yatağına tırmandı ve örtülerin altında mutlu bir şekilde kıvrılarak uyudu.
Kızların hepsi, birer birer yataklarına girdiler. Yatağına giden son kız ışıkları söndürmeden önce Beth uyumuştu. Göklerde gece olmuştu ve yıldızlar karanlıkta göz kırpıyorlardı ve kadifemsi bir karanlık, tepelerden çiftlik evinin üzerine doğru geliyordu.
Yahuda bir kez şu soruyu sormuştu: “Bu yağ neden üç yüz dinara satılıp parası yoksullara verilmedi? Bunu yoksullarla ilgilendiği için değil, hırsız olduğu için söylüyordu.Ortak para kutusu ondaydı ve kutuya konulandan aşırıyordu.” Yuhanna 12:5-6. Yahuda bu günahı yüreğinde yargılamamıştı. Kimsenin bilmediğini düşünüyordu. Küçük günahlar itiraf edilip terk edilmezlerse, büyürler. Yahuda daha sonra Rab’be otuz parça gümüş için ihanet etti.
Ertesi sabah, Beth uyandığı zaman, güneş ışığı pencereden içeri giriyordu. Beth’in aklına gelen ilk düşüncelerden biri bulmuş olduğu paraydı. Yatağından fırlayarak kalktı ve dolaba yürüdü. Parayı bulduğunu yalnızca hayal etmediğinden emin olmak istiyordu.
Beth, çekmecesini açtı ve parayı içine koyduğu kartı aldı. Ama kartı açtığı zaman, kartın içinde hiçbir şey yoktu. Mutlaka çekmeceden dışarı çıkmış olmalıydı! Her yeri aradı. Çekmecenin içindeki her şeyi kaldırıp aldı ve çekmecenin dışına koydu. Ama para gitmişti. Bulunacak bir para yoktu!
Beth, uğramış olduğu bu ani hayal kırıklığına rağmen, yine de diğer kızları parasını almakla suçlamadı. Bu durumu olduğu gibi tamamen Tanrı’nın ellerine bıraktı. Beth, Rab’bin yanıtı bildiğinden emindi. Kral Davut, peygamber Nathan’a, kendisine ait olmayan şeyi alan suçlu kişinin, “karşılık olarak aldığının dört katını ödemesi gerektiğini söylemişti. Buradaki suçlu adam, aslında Davut’un kendisiydi. Tüm yaşamı boyunca günahının sonuçlarına katlanması Davut için çok üzücü oldu ve ona çok acı verdi. Tanrı adil olduğu için günahı cezalandırması gerekir. Günah işlediğimiz zaman, yaşamlarımızdaki üzüntüye neden olduğumuzu öğrenmeliyiz. Bize ait olmayan bir şeyi alabilir ve onu gerçek sahibinden gizleyerek saklayabiliriz. Ama Tanrı’dan saklayamayız. Tanrı her şeyi görür!
«RABBİN GÖZLERİ TÜM YERYÜZÜNDE DOLAŞIR VE HER YERİ GÖRÜR»
2.Tarihler 16:9.
Ve biz RAB’den hiç bir şey saklayamayız.
«GÜNAHLARINI GİZLEYEN BAŞARILI OLMAZ:
AMA İTİRAF EDİP BIRAKANSA MERHAMET BULUR.»
Süleyman’ın Özdeyişleri 28:13.
Mağara-Girişi
Oğlanlar ve kızlar, genellikle ata binmenin ve büyükbaş hayvanlara çobanlık etmenin eğlenceli olduğunu düşünürler. Ama üç genç erkek kardeş Idaho bozkırında tüm yaz mevsimi boyunca her gün ineklerle ilgilenmenin, eğlence değil, yalnızca iş olduğunu düşünüyorlardı. Bu üç erkek kardeşin adları Sam, Randy ve Herb idi. Babalarının sürüsünü her sabah yoldan aşağı yürütürlerdi ve yol boyunca çeşitli komşu çiftliklerden de birçok başka hayvan bu sürüye katılırlardı. Üç kardeş, hayvanların yiyeceği yeşillik bulmak için sürüyü bozkıra yönlendirirdi. Akşam olunca sürü, tekrar çiftliğe geri dönerdi. Bazen, komşunun oğlu John da onlarla birlikte giderdi.
Bozkırda genellikle sıcak rüzgar eserdi. Kısa bir süre sonra mataralarındaki su ısınırdı. Hayvanların başı boş dolaşmalarına engel olmak için gösterdikleri çaba çok fazla değildi ve çocukların tüm dikkatlerini gerektirmiyordu. Bir sabah, bindikleri atları otlamaya bıraktılar. Oyalanmak için kumlu toprak yığınıyla vakit geçirmeye başladılar. Akıllarına bir fikir geldi. Neden kendileri için, içinde oturabilecekleri büyüklükte bir sığınak, gerçek bir mağara yapmıyorlardı? Bu fikir harika görünüyordu. O gün John da onlara katıldığı için dört kişiydiler! Ellerine geçirdikleri rastgele şeylerle kazmaya başladılar.
Oğlanlar, yalnızca arada bir hayvanlara göz atıyorlardı, sürüyü unutmuş gibiydiler. Kepçe olarak kullandıkları eski bir teneke kutu ve gevşek toprağı taşımak için buldukları bir kova yardımıyla toprak yığınında bir delik açmaları çok uzun sürmedi. Toprağı kazmak çok kolaydı, çünkü çok yumuşak ve kumlu bir topraktı. Mağaranın, Sam’in içine sığabileceği kadar genişlemesi fazla uzun sürmedi. Sam, alıp atmaları için gevşek toprağı diğerlerine doğru itti. Biraz daha kazdıktan sonra deliğin içine Herb de girebildi. Yaptıkları mağara onları o kadar çok heyecanlandırıyordu ki, saatlerin nasıl akıp gittiğinin farkına bile varmadılar.
Sam, Randy ve Herb’in anne babaları, Hristiyandı. Kutsal Yazılar kendilerine küçük yaşlarda, “bilge kılınıp kurtuluşa kavuşmaları için” öğretilmişti. (2.Timoteos 3:15). Pek çok küçük oğlan çocuğu gibi onlar da, önlerindeki sonsuzluk ve herkesin Tanrı’ya günahları için hesap vermesi gerektiği ile ilgili arkadaşlarını uyarmak için onlarla konuşmamış ve bu konuda kayıtsız kalmışlardı.
Günahlarımızın bağışlandığını ve hepsinin “Mesih’in değerli kanıyla” (1.Petrus 1:19) yıkanmış olduğunu bilmek, ne kadar harika bir şeydir. Günahlarımız bağışlandıktan sonra, yargılanmayacağız.” (Yuhanna 5:24).
Ama bundan daha fazlası bile vardır. Biz, Tanrı’nın ailesine “yeniden doğduk” (Yuhanna 3:3) ve “dünyada ışıklar olarak parlamalıyız.” (Filipeliler 2:15)
Mağara şimdi, Sam, Herb ve John’ın sığabileceği kadar genişlemişti. Randy dışarda mağara girişinde dururken, diğerleri mağaranın içinde çalışıyorlardı. Sam, kazdığı ve kumla doldurduğu son kovayı boşaltması için Randy’e uzattı. Ağır kum ve toprak, hiç uyarı yapmadan ve kaçmalarına zaman tanımadan üzerlerini örtüverdi. Koyu karanlık oldu! Tuzağa düşmüşlerdi! Sam’in zihninde o anda aniden bir şimşek çaktı ve seslendi: “John, sen kurtuldun mu?” Yanıt verecek ya da kurtuluştan söz edecek zaman yoktu. Bozkırdaki mağarada gömülmüş olan üç küçük oğlanın üzerine koyu karanlık inmişti.
Randy, mağaranın dışında hala elinde kovayla öylece duruyordu. Bir dakika önce mağara girişi olan yere gözlerini dikmişti.
Mağaranın girişi yok olmuştu. Kovayı oğlanlara geri verecek yer kalmamıştı. Ne yapıyorlardı ki? Herhalde ondan saklanıyorlardı.
Hepsine, isimleriyle seslendi, ama yanıt vermediler. Yaşı küçük de olsa hayvanları eve götürme vaktinin gelmiş olduğunu biliyordu. Diğer çocuklar ona yardım etmeyecekleri için ağlamaya başladı. Kum toprağa baktığı zaman, garip bir korku hissediyordu. Toprak, sanki hiç dokunulmamış gibi sakin duruyordu. Artık orada durmasının bir amacı kalmamıştı. Kendini atı Beauty’nin sırtına doğru yukarı çekti. Sürünün tamamını tek başına topladı. Oğlanları göreceğini umut ederek sık sık arkasına bakarak ilerledi ve sürüyü kasabaya doğru yönlendirdi.
Önünden geçtiği ilk ev, Bay Westfall’un eviydi. Bayan Restfall Randy’nin ağladığını gördü ve hemen sorunun ne olduğunu anlamak için dışarı çıktı. Her ne kadar Randy’nin anlattıkları birbirleriyle uyumlu değilse de , Bayan Westfall bir şeylerin ciddi şekilde yolunda olmadığını sezdi. Kocasını çağırdı. Daha fazla konuşarak zaman kaybetmek istemeyen Bay Westfall, Randy’i atından aşağı indirdi ve Beauty’e bindi, sonra da hızla atı olay yerine doğru sürdü.
Yolun aşağı kısmında, araba yolunda bir sıra uzun kavak ağaçlarının dizildiği küçük bir evde akşam yemeği neredeyse hazırdı. Anne, acıkmış oğullarının hayvan sürüsünü eve getirip getirmediklerini görmek için birkaç dakikada bir mutfak penceresinden dışarı bakıyordu. Pişirmiş olduğu fasulyenin, içinden buharlar çıkartan tenceresinin kapağını kaldırdı. “Gelmeleri neden bu kadar uzun sürdü, merak ediyorum?”
Anne’nin evine bir araba yaklaşıyordu. Gelen, Bayan Westfall idi. Anne neler olduğunu öğrendi. Haber hızla yayıldı ve büyük bir kalabalık toplandı. Ellerinde kürekler ve battaniyelerle oğlanları kurtarmak için hızla harekete geçtiler – her yürek dua etmekteydi. Erkekler küreklere yapışarak, umutsuzca kazmaya başladılar ve kadınlar da çocukların annelerini teselli etmeye çalıştılar.
İlk önce küçük Herb’in hareketsiz bedeni çıkartıldı. Kumral, kıvırcık saçları kumla kaplıydı ama küçük yüzü huzur içindeydi. Ruhunun Kurtarıcısı ile birlikte olduğunu bilmek, onun sevgili anne ve babası için tek teselli ve sukünetti. Acılarında onlara yardımcı oldu.
John’un annesi, oğlunun gevşek bedeni çıkarıldığı zaman, acıdan yıkıldı. Kaygı içinde John’un bedeninde yaşam belirtisi olup olmadığını incelediler. Kasabanın eczacısı nabzına baktı. Sonra üzerine eğildi ve kalp atışlarını dinledi. Çok zayıf bir kalp atışı – sonra bir tane daha. Evet, hala yaşam vardı. Umut vardı. Merhamet edilmişti. Bilinci kapalı olan çocuğu canlandırmak için çok uğraştılar. En sonunda gözlerini açtı. Rahatlayan yüreklerden öyle çok göz yaşı döküldü ki! Yaşayacağını anladıkları zaman çok şükrettiler.
O sırada Sam de kurtarılmıştı. Burnu ve ağzı toprak ile dolmuş olmasına rağmen, hala yaşıyordu. Sam büyüdü ve kendi ailesi oldu. Çocuklarına Tanrı’nın sevgisini ve kurtuluş yolunu öğretti. Ancak küçük Herb, daha şimdiden cennette Rab İsa ile birlikteydi ve tüm sonsuzluk boyunca güvendeydi, çünkü Rab İsa’yı kabul etmişti ve O’nu kişisel Kurtarıcısı olarak tanıyordu. Eğer Herb daha önce kurtarılmamış olsaydı, fikrini değiştirmesi için yeterli zamanı olmayacaktı. Siz hazır mısınız?
«UYGUN ZAMAN İŞTE ŞİMDİDİR;
KURTULUŞ GÜNÜ İŞTE ŞİMDİDİR.»
2.Korintliler 6:2
«YARINLA ÖVÜNME,
ÇÜNKÜ NE GETİRECEĞİNİ BİLMEZSİN.»
Süleyman’ın Özdeyişleri 27:1
«DÜNYANIN IŞIĞI SİZSİNİZ.
SİZİN IŞIĞINIZ İNSANLARIN ÖNÜÜNDE ÖYLE PARLASIN Kİ,
İYİ İŞLERİNİZİ GÖREREK GÖKLERDEKİ BABANIZI YÜCELTSİNLER.»
Matta 5:14, 16
Yangın!
Aile yemeği bitirir bitirmez, Sam ve Randy’nin yemek masasından kalkmalarına izin verildi. Eve konuklar geldiği zaman, yetişkinler her zaman sohbet etmekle ilgilenirlerdi, ama oğlanların tek derdi ata binmek olurdu.
Yaz sonuydu, ama kuru tozlu otların arasından atların durduğu ağıla doğru giderlerken sıcağın pek farkına varmıyorlardı.
Sam’in gözleri aniden uzaktaki bir şeyi fark etti.” Bakın!” Koluyla, bir tepenin arkasından, sağ tarafından yükselen bir duman sütununa işaret etti.

Oğlanlar, yükselen koyu duman sütununu görünce korkudan bir an öylece kalakaldılar. Sonra, müthiş bir hızla ikisi de eve doğru koşmaya başladılar.
“Yangın var!” Soluk soluğa verdikleri bu haber herkesi hem şaşırtmış hem de korkutmuştu. Masayı, tabakları olduğu gibi bırakıp hızla dışarı fırladılar, yangının ne kadar yakında olduğunu anlamak istemişlerdi. Çünkü yangın orada çok çabuk yayılırdı. Yangının dumanı, tepenin arkasında bulunan hasada hazır olgunluktaki yulaf tarlasından geliyor gibiydi.
Eğer biri geniş tahıl tarlaları olan bir bölgede yaşamadıysa, bir yangının tehlikesinin ne demek olduğunu gözlerinin önüne getiremez. Sam, Randy ve birçok erkek bir arabaya atladılar ve dumanın geldiği yere doğru hızla ilerlediler. Duman sütunu göründüğünden daha uzaktaydı, ama çok ciddi bir tehlikeydi. Yangın, bir komşunun tarlasındaki biçilmiş ekinden yerde kalan saplar yüzünden çıkmıştı, yani bir anız yangınıydı. Ve onların binalarına doğru ilerliyordu. Bazı adamlar, ellerindeki ıslak çuvalları ateşlerin üstüne vuruyorlardı. Diğerleri, alevleri boğmak için toprak dolu kürekler kullanıyorlardı. Çok geçmeden diğer komşular, yangını söndürmeye yardım etmek için traktörleri ve pulluklarla yetiştiler. Kulübelerden birinde sonbahar dikimi için buğday tohumları depolanmıştı. Erkeklerin, yaklaşan yangına karşı savaşmak için gösterdikleri tüm gayretli çabalara rağmen, yangın ilerliyor ve binalara doğru hızla yaklaşıyordu. Sonunda alevler binanın bir tarafını tutuşturdu; korlaşmış ateş, közler halinde yanarak parçalı çatı kaplamasının arasından içeri girdi. Çok kısa bir zaman içinde rüzgarla şişip kabaran kara duman dalgaları, herkese, çiftliğin yerle bir olacağını bildiriyordu.
Sonunda, yangın söndürme ekibi olay yerine vardı ve yangın kontrol altına alındı. Herkes Rab’be, merhameti için teşekkür etti! Şükürler olsun ki, alevler hiç kimseyi yakmadı ve tüm evler yangından korundu.
Eureka adlı küçük kasabanın yakınlarındaki bir tarlada, kısa bir süre önce, bir yangın başladı. Tarlanın yakınında tren raylarının üzerinde demiryolu aracıyla gitmekte olan bazı adamlar, yangını gördüler. Alevleri söndürmek için durup hemen harekete geçtiler. Çok büyük bir çaba göstererek uğraşmalarına rağmen, yangın çok geçmeden öfkeli bir cehennem görünümü aldı. Komşu çiftçiler uzaktan dumanları gördüler ve hemen muhtemelen alevlerin saracağı yoldaki bir tarlanın içine geniş bir şerit çizmeye başladılar. Yangının tarlanın içinden ilerlemesini durduracak genişlikte toprak bir yol ortaya çıkartmak istiyorlardı. Ürünlerini kurtarmak için toprağı sabanla yararlarken, alevlerin kendileriyle yarışırcasına yaklaştıklarını izliyorlardı. Yolun sonuna gelince traktörlerini geri döndürecek ve yolu genişletmek için toprağı daha fazla yaracaklardı. Alevler son hızla onlara doğru geliyordu. Sonunda, yangından kaçmak üzere traktörlerini geri döndürdüler. Yaklaşmakta olan alevlerin gürleyen, tüten ve uçuşan ateşli közleriyle karşılaşınca, traktörlerini en yüksek vitese takarak hızlandılar. Yangın, yargı gibidir; çitler onu durdurmaz ve yıkıma uğratan yolunda ne kişiler ne de mal mülk için saygı yer almaz.
Yangın geldi, sürülerek yarılmış toprağın şeridi üzerinden sıçrayarak geçti. Adamlar, kendilerini, canlarını kurtarmak için koştukları bir yarışın içinde buldular. Traktörü kullanan adam, “Yetişip bizi yakalayacak – geri dönmemiz ve traktörü ateşin ortasından geçecek şekilde sürmemiz gerekiyor!” diye bağırdı. Bir diğeri ise, “Hey, bunu yapamazsın!” diye haykırdı. “Yapacağız, çünkü bu, tek şansımız!”
Traktörü geri çevirdi ve alevlerin yaklaşan duvarıyla karşı karşıya kaldı. Isı, öylesine yüksek ve korkunçtu ki, sürücü hemen traktörün üstünde aşağı doğru çömeldi ve en yüksek hızı ayarlayarak traktörü sürdü. Yanındaki diğer adam traktörden aşağı atladı ve can havliyle koşup yangından uzaklaştı.
Traktörü süren kişi yanmasına ve her tarafı alevlerden kabararak su toplamış olmasına rağmen, yaşadığı bu öyküyü anlatmak için hayatta kaldı. Söylemesi çok üzücü ama o diğer adamı yangın ele geçirdi vey ok etti. Yargı, bu günahkar dünyanın üzerine inecek, çünkü Tanrı’nın Sözü gerçektir. Tanrı yargısı ateşe benzer ve kimseye saygısı yoktur. Gelecek olan yargıdan kaçmak için tek bir yol vardır – ve bu konu şansa yer vermez! Kesin ve nettir çünkü Tanrı söylemiştir. Gerçeklerden kaçmayı denemeyin, ama Tanrı’nın huzurunda günah ve suçunuza sahip çıkarak itiraf edin. Rab İsa Mesih’i, Golgota’daki çarmıhta sizin yerinize geçip günahlarınızı üstlenerek ölen Kurtarıcınzı olarak Kabul edin. Tanrı şöyle der:
«DÖNÜN! KÖTÜ YOLLARINIZDAN DÖNÜN!
NİÇİN ÖLESİNİZ…?»
Hezekiel 33:11.
Bir yangın ürünlerimizi ve evlerimizi yakıp yok ettiği zaman, kaybımız büyüktür! Böyle felaket bir kayıp bizi üzüntü ve umutsuzlukla dolduracaktır. Ama bundan daha da büyük bir felaket vardır; o da insanın kendi canını kaybetmesi ve sonsuzluğu ateş gölünde geçirmek üzere lanete uğramasıdır.
«DİRİ TANRI’NIN ELİNE DÜŞMEK KORKUNÇ BİR ŞEYDİR.»
İbraniler 10:31.
«BU SIRADAN KİŞİLERİN BİRİNE,
ÖĞRENCİM OLDUĞU İÇİN BİR BARDAK SOĞUK SU BİLE VEREN,
SİZE DOĞRUSUNU SÖYLEYEYİM,
ÖDÜLSÜZ KALMAYACAKTIR.»
Matta 10:42
Kabul Edilmiş
Sam’in kendi parasıyla kazandığı bir buzağısı vardı. Oldukça küçük bir yavruydu. Sam, bu yüzden onun adını “Minik” koydu. Sam, buzağısına tutkundu ve ona öyle iyi baktı ki, buzağı büyüdü ve harika bir inek oldu.
Bir gün Minik, yeni bir buzağı doğurarak anne oldu. Doğan yavru ne kadar da sevimliydi! Çok canlıydı ve hem enerjik hem de oyun seven bir buzağıydı. Sam’in gözleri ona baktığı zaman hayranlıkla parlardı. Gerçekten iyi bir isim aklına gelinceye kadar bu yavruya bir isim koymak istemedi.
Evet, sdediğim gibi buzağı çok hareketliydi. Ancak bu enerjisi bazen onun aleyhine oluyordu. Buzağı, kendisine bir ad konulmadan önce bir çitin altından geçerek yola kaçtı ve yaklaşmakta olan bir arabaya doğru koştu. Küçük buzağılar, küçük çocuklara benzerler, gelen tehlikenin farkına varmazlar. Ne yazık ki, bir araba, buzağıya çarptı. Sam, olup bitene tabii ki çok üzüldü. Minik de öyle! Günlerce çılgınlar gibi, yavrusunu çağırarak, bir o yana bir bu yana koşup durdu. Yemeyi ve içmeyi bile neredeyse unuttu.

Baba, buzağı kaybettikten sonra bir şeyler yapılması gerektiğine karar verdi. Açık artırma ile satış yapılan bir büyük baş hayvan satışına gitti; bir günlük bir buzağı aramak için bakınıyordu. Sonunda bir tane buldu. Yüzü beyaz olan, küçük siyah bir buzağıydı. Onu satın aldı ve eve Minik’in yanına getirdi.
Minik, gelen yavruya baktı ve bir kez kokladı. Onu istedi mi? Elbette istemedi. Onun yavrusu değildi. Onu tekmeleyip köşeye yuvarladı ve her zaman olduğu gibi yine yüksek sesle bağırıp çağırmaya ve böğürmeye başladı.
Zavallı küçük buzağı bu garip ortam içinde kalınca titremeye ve sokulacak yer aramaya başladı. Korkmuş ve çok acıkmıştı. Baba, Minik’in küçük yetim buzağıya iyi davranmadığını görünce, aklına bir fikir geldi. Arabanın ezdiği buzağının postunu aldı ve onu canlı siyah buzağının üstüne bağladı. Bu yaptığı, sorunu anında çözdü. Minik bu defa, bir kaç kez kokladı ve sonra canlı siyah buzağının yanına sokulmasına ve güzel sıcak sütünü emmesine izin verdi.
Biz, açlığın, korkunun ve yalnızlığın ne demek olduğunu biliriz. Bize iyilik yapıldığı ve sevgi gösterildiği zaman cesaret buluruz. Hayvanların bu tür duyguları anlamasını beklemeyiz. Aslında insanların çoğu da duygularımızı anlamazlar ama Tanrı anlar. Bizi O yarattı ve her birimizi bulunduğumuz yer neresi olursa olsun sever. Tam şu anda yüreğimizi görmektedir. Tüm özlemlerimizi ve yüreklerimizi neyin yaraladığını ya da cesaretimizi neyin kırdığını bilir. O’na, olduğunuz gibi gitmenizi ister. Ve size şöyle der: “Seni sonsuz bir sevgiyle sevdim. Bu nedenle, seni sevecenlikle kendime çektim.” Yeremya 31:3.
Küçük Blackie’nin oraya buraya devrilerek etrafta özgürce gezindiğini izlemek, gerçekten eğlenceliydi. Ama tüm bunlardan çok daha şaşırtıcı olan, Minik’in, Blackie’ye olan davranışlarındaki büyük değişiklikti. Minik, onun küçük beyaz yüzünü yalayarak temizliyor ve artık ona kendi buzağısı olarak sahip çıkıyordu. Bir süre sonra, Blackie’nin üstüne bağlanan post gevşedi ve düştü. O zamana kadar, Minik farkı anlamışa benzemiyordu.
Değerli giysiler bizi Tanrı’nın huzuruna uygun kılmıyorsa ya da bizden hoşnut olmasını sağlamıyorsa, O’nun huzurunda ne iile durabiliriz? Bazı çocuklar, cennete giden yolu kazanmak için Pazar Okuluna gitmek ve bunun gibi başka iyi işler yapmaya çalışırlar. Ama Tanrı, şöyle der:”TÜM DOĞRU İŞLERİMİZ KİRLİ ADET BEZİ GİBİDİR.” Yeşaya 64:6. Adem ve Havva incir yapraklarıyla örtünmeye çalıştılar, ama incir yaprakları günahlarını her şeyi gören Tanrı’nın gözlerinden gizleyemedi. Tanrı’nın onları hayvan derilerinden giysilerle örtmesi ne kadar lütufkar bir davranıştır! Tanrı böyle yaptı, çünkü onlara, O’nun Huzurunda durabilmeleri için tek yolun bir başkasının ölümü aracılığıyla mümkün olabileceğini göstermek istedi. Hepimiz elbette biliyoruz ki, küçük bir hayvanın ölümüyle dökülen kan, günahımızı asla ortadan kaldıramazdı. Birinin yerine bir başkasının ölmesi, yerimize ölen Rab İsa Mesih’in ölümünün bir resmidir. Günahlarımız yüzünden ölümü hak eden bizdik. Ama O, yerimize geçti ve bizim için öldü. Rab İsa, bizi tüm günahlarımızdan temizlemek için Golgota’daki çarmıhta değerli kanını döken gerçek Tanrı Kuzusuydu. O’na iman eden herkes Tanrı ile barışır.
«ÖYLE KI, SEVGILI OĞLUNDA BIZE BAĞIŞLADIĞI YÜCE LÜTFU ÖVÜLSÜN.»
Efesliler 1:6
«ONUN İÇİN KORKMAYIN.
SİZ BİR ÇOK SERÇEDEN ÇOK DAHA DEĞERLİSİNİZ.»
Matta 10:31
«TANRI’NIN MELEKLERİ TÖVBE EDEN BİR
TEK GÜNAHKAR İÇİN SEVİNÇ DUYACAKLAR.»
Luka 15:10
«İSA, ‘BIRAKIN ÇOCUKLARI!
BANA GELMELERİNE ENGEL OLMAYIN!
ÇÜNKÜ GÖKLERİN EGEMENLİĞİ BÖYLELERİNİNDİR, DEDİ.»
Matta 19:14
Kaçak
Rab’bin günü öğleden sonra, Sam ve Randy yolda bir kılap, kılap, kılap sesi işittiklerinde, aşağıda ahırdalardı. Ahırın köşesinden ileri yola doğru dikkatle baktılar ve hiç görmedikleri bir atın tek başına geldiğini görünce şaşırdılar. At, iki yolun birbirleriyle kesiştikleri yere doğru tırıs gidiyordu. Orada durdu, sani yol levhalarına bakıyor ve hangi yola gitsin diye düşünüyor gibiydi.
Oğlanlar çitin altından geçtiler ve atı bir tarafa doğru yönlendirdiler ve sonra onu ağıla doğru kovaladılar. At açtı ve susamıştı. Oğlanlar onu beslemek için ne kadar çok uğraştılarsa da at, yemek yiyemeyecek kadar gergin görünüyordu. Sam, ona binmek için ertesi güne kadar beklemeye karar verdi. Hayvan çok sinirliydi! Ertesi gün, üzerine binen Sam’e uzun süre unutamayacağı kadar vahşi bir tecrübe yaşattı. Sam, bu attan indiğine memnun oldu.
Baba, birinin çıkıp at üzerinde hak talep etmesi için iki hafta bekledi. Aynı zamanda, birinin atını kaybettiğini haber verip vermediğini anlamak için gazete sütunlarındaki “kayıp” ilanlarını da takip etti. Sonra da at cinslerini denetleyen bir yetkiliye haber verip çağırdı ve atın cinsini belirledi. At karmaydı, iki ayrı cinsin birleşimiydi. Sorgulanabilir bir geçmişe sahipti. Sonunda sahibi belirlendi ve atını almak için bir gün çiftliğe geldi.
Atı gördüğü zaman, ondan bıkmış bir tavır sergiledi. “Bu at bir kaçak! Kaçaktan başka bir şey değil! Çitlerin içinde tutamıyorum. Onu bana satan adam da aynı şekilde ona laf dinletemiyormuş. İlkbahara kadar onu burada tutar mısınız? Sizde kalsın, onu beslemeniz için size ödeme yaparım?”
Baba, çenesini ovuşturdu. “Pekala, bu sonbaharda yiyeceğimiz biraz az ve bu kış boyunca tüm bu hayvanları beslemem gerekiyor. Atı alıp çiftliğine götürmeni tercih ederim.”
Ama adam ne yaptı etti ve sonunda Babayı, ata kış boyunca orada bakması için ikna etti ve atın büyük olasılıkla bir çitin arasından geçmeyi becerip tekrar kaçacağına dair Babaya uyarılarda bulunduktan sonra yanlarından ayrıldı. Ailenin atı olan Gümüş ve Pet adı verilen yeni at, çok geçmeden aralarında anlaştılar. Gümüş, çok evcil bir attı ve çocukların ellerinden özel ikramlar yiyerek beslenmekten hoşlanıyordu. Ama Pet, yanına kimseyi yaklaştırmıyordu. Baba ona gem vurmaya çalıştığında kendisini geri çekti.
Bu çekingen ve sinirleri gergin atı en çok Beth sevdi, hatta ona bayıldı ve hiç kimsenin haberi olmadan sık sık aşağı ağıla gitti.Çitin üst rayına oturur ve yumuşak bir sesle ata konuşurdu. Pet, burnundan soluyarak homurdanır ve bakışlarında korkulu bir ifadeyle ağılın en uzaktaki köşesine koşardı. Eğer Beth birkaç yavaş adım atarak ona yaklaşırsa, Pet’in her tarafı titremeye başlardı. Yulafla dolu bir tabak bile arkadaş olmalarını sağlayamadı. Çünkü Beth sürekli ata bakıyordu. Sonunda yulaf kabını yere bıraktı ve eve döndü. Ama birkaç hafta boyunca atı her gün ziyaret ettikten sonra, Beth, bir gün Pet’in birkaç ufak adım atarak yulaf kabına yaklaştığını ve kemirmeye başladığını gördüğünde, kendisini ödüllendirilmiş hissetti. Çıkıp çitin üst rayına oturdu ve sabırla Pet’in yulafları yemesini izledi.
Hizmet ettiğiniz efendi kim? Belki bir efendiye hizmet ettiğinizin farkında değilsiniz, ama gerçekte bir efendiye hizmet ediyorsunuz. “Söz dinleyen köleler gibi, kendinizi kime teslim ederseniz, sözünü dinlediğiniz kişinin köleleri olduğunuzu bilmez misiniz? Ya ölüme götüren günahın ya da doğruluğa götüren sözdinlerliğin kölelerisiniz.” Romalılar 6:16. Eğer istediğimizi yapabileceğimizi düşünürsek, kendimizi aldatmış oluruz. Yavaş yavaş esarete götürüldüğümüzün farkına varmayız. Günahın ve Şeytanın sert esareti. Başlangıçta, günahlı zevkler gibi esarete götüren adımlar, ufak ve azdır. Ama sonra alışkanlıklar büyür ve günah vicdanı katılaştırır ve sonuç, ölümle biter. “Çünkü günahın ücreti ölüm, Tanrı’nın armağanı ise Mesih İsa’da sonsuz yaşamdır.” Romalılar 6:23.

Pet, kaptaki yulafları artık yemeye başladığı için, Beth atı elindeki yulafları yemeye alıştırmayı denedi. Pet, dehşet içinde şaha kalktı ve ön toynaklarıyla yeri eşelemeye başladı. Beth, sakin bir sesle konuşarak onu yatıştırdı. Sonra da Pet’i yavaş yavaş sıvazlamaya başladı. Bir kaç gün sonra da Beth, bir at tarağıyla onu kaşağılamaya başladı. Arap saçına dönmüş, dolaşık vahşi yelesini özenle tarayarak düzleştirdi ve bitki dikenleri ve çapaklarını ayıklayarak yeleyi temizledi.
Ailenin geri kalanı Beth’in ne yaptığını bilmiyordu. Pet, çiftliğe geldiği zaman, görünümü iyi değildi. Büyük olasılıkla hiç bir zaman da iyi görünemeyecekti. Ama şimdi güzel, gösterişli ve bakımlı bir at olmuştu. İlkbaharda sahibi arabasıyla çiftliğe geldi. Atını çiftliğe taşımak için arabasıyla bir at römorku çekiyordu. Tabii ki atını böylesine bakımlı gördüğü zaman, çok şaırdı, bunu hiç beklemediği belliydi.
Pet, römorka yüklenirken çok korktu. Çitin diğer tarafından yüksek sesle sızlanan arkadaşı Gümüş’e hafifçe kişniyordu. Gümüş bulunduğu yerde bir ileri bir geri koşuyordu; sanki Pet’in geri götürülmesini istemiyor gibiydi.
Atın sahibi, Pet ile kış ayları boyunca ilgilenecek olan Babaya ödemeyi kabul etmiş olduğu para hakkında şikayetlerde bulunuyordu. Onlar konuşa dursunlar, Beth bu arada Pet’e yakın olmak için gizlice römorkun içine girmişti. Kollarını Pet’in boynuna doladı ve korkmuş hayvanı sakinleştirmeye ve aynı zamanda duygularını da yatıştırmaya, teselli etmeye çalıştı. Baba, “Hayır, bir başka ata ihtiyacım yok” diyordu. “Tamam, peki o zaman!” Atın sahibi gitmek için hızla döndü ve neredeyse römorkun çevresinde toplanmış olan çocukların üstüne yuvarlanacaktı. Çocukların hepsi Pet’in gidiyor olmasından nefret ediyorlardı. Beth, gözleri yaşlarla dolu olarak, “Lütfen Babacığım” dedi. Daha fazla konuşamadı ve titremesini önlemek için alt dudağını ısırmak zorunda kaldı. Baba tamamen şaşkına dönmüştü. “Neredeyse vahşi olan ve üstelik eğitilmemiş başıboş bir at için bu kadar yaygara neden?”
Beth yalvarmaya başladı, “Pet, vahşi değil, kesinlikle vahşi değil. Ona kötü davranılmış ve korkuyor, biliyorum! Pet, yalnızca çok korkan bir at.” Baba söze başladı:” ama bizim ihtiyacımız yok….”
Randy, “İki at bir attan daha iyidir. Diğer çocuklar da Pet’i geri vermemesi için Babaya ağlayıp yalvarmaya başladılar. Pet, römorkun kapısının neden tekrar açıldığını anlamadı, ama kapı açılmıştı ve yürüyüp aşağı inebilmesi için römork alçaltılmıştı. Pet, yeni bir sahip tarafından satın alındığını bilmiyordu. Ama römorktan dışarı çıktığı zaman, dışarda özgür olarak duruyordu. Pet, etrafını çevirmiş olan yüzlere baktı. Sonra önündeki özgür yola baktı ve başını salladı, Gümüş’ün bulunduğu yerdeki çite doğru hızla yürüdü. Orada ağıla girmeyi bekledi. Pet, asla tekrar kaçmadı.
Mutsuz musunuz? Yeni bir başlangıç yapmak mı istiyorsunuz? Sizin için yeni bir başlangıç hazır. Rab İsa’ya gelen ve kaybolmuş durumunu kabul eden herkes için yeniden doğmak ve yeni bir yaşama başlamak mümkün. Rab İsa canınızı cehennemden kurtarmak için bedel ödedi. O’na gelin ve O’ndan öğrenin. Rab İsa size sevdi ve sizin uğrunuza Kendisini feda etti. (Galatyalılar 2:20). O’nu tanımak, O’nu sevmektir. “Yükleri ağır olan herkes Bana gelsin, Ben size rahat veririm” diyerek size davet etmektedir. Matta 11:28.
O yaz Beth, Pet’e binerek çok mutlu saatler geçirdi. Pet, gösterişli olup parlayana kadar Beth onua bakım yaptı. Ona her toynağını kaldırmayı öğretti, böylece Pet ayaklarının yumuşak noktalarına saplanan küçük taşları ve keskin çakılları çıkartabilecekti. Bir öğleden sonra Beth elinde tuttuğu yuları yukarı kaldırdığında, Pet’in hemen koşarak Beth’e doğru gittiğini gören Baba gülümsedi. Pet sanki şöyle diyordu:” Seni bir gezintiye çıkarabilir miyim?”
Bazıları iki efendiye hizmet edebileceklerini düşünürler. Şimdi bir dönem günahın zevklerini ve daha sonra da cennetin zevklerini tatmak isterler.
«HİÇ KİMSE İKİ EFENDİYE KULLUK EDEMEZ.
YA BİRİNDEN NEFRET EDİP ÖBÜRÜNÜ SEVER
YA DA BİRİNE BAĞLANIP ÖBÜRÜNÜ HOR GÖRÜR.»
Matta 6:24.
«BİRİNE BAĞLANIP, ÖBÜRÜNÜ HOR GÖRÜR.»
Matta 6:24.
«BUGÜN KİME KULLUK EDECEĞİNİZE KARAR VERİN.»
Yeşu 24:15.
«BEN İYİ ÇOBANIM.
İYİ ÇOBAN KOYUNLARI UĞRUNA CANINI VERİR.»
Yuhanna 10:11
«KOYUNLARIM SESİMİ İŞİTİR. BEN ONLARI TANIRIM,
ONLAR DA BENİ İZLER.
ONLARA SONSUZ YAŞAM VERİRİM.
ASLA MAHVOLMAYACAKLAR.
ONLARI HİÇ KİMSE ELİMDEN KAPAMAZ.»
Yuhanna 10:27,28
«İSA’NIN RAB OLDUĞUNU AĞZINLA AÇIKÇA SÖYLER
VE TANRI’NIN ONU ÖLÜMDEN DİRİLTTİĞİNE YÜREKTEN İMAN EDERSEN,
KURTULACAKSIN.»
Romalılar 10:9
«ESENLİK İÇİNDE YATAR UYURUM.
ÇÜNKÜ YALNIZ SEN, YA RAB, GÜVENLİK İÇİNDE TUTARSIN BENİ.»
Mezmur 4:8
Dudley – Kar Kazı
Büyük sarı okul otobüsü, büyük çiftlik evinin yakınına geceyi geçirmek üzere park etti. Randy, otobüsün merdivenlerinden aşağı zıpladı. Okul giysilerini değiştirmek için hızla evden içeri girdi. Bu defa hiç oyalanmadı. Çok çabuk hazırlanarak evden dışarı çıktı. Yola doğru koştu. Koşarken, yolun diğer tarafındaki hendeklerin içine dikkatle bakıyordu. Okuldan eve gelirken gördüğü dikkatini çeken bir şeyi arıyordu.
Kanalın aşağısında, büyük beyaz bir kar kazı, takla otları ve gevşek kayalar arasından geçerken acıyla yürüyordu. Avcılar onu vurmuşlar ve bir kanadından yara almıştı. Kar kazı, biçimsiz bir şekilde yere düştü ve bu tehlikeli durumunda eşine seslenmeye başladı, Ancak eşi ve diğer arkadaşları kış için güneye doğru uçmaya başlamışlardı. Avcıların silahlarından çıkan ateşten korktukları için çaresiz kalmışlar ve onu tek başına bırakarak uçmaya devam etmişlerdi.
Kar kazı paytak paytak yürürken, üzerinde yaralı kanadını çeken koyu bir gölge belirdi. Randy’nin güçlü elleri onu sıkıca kavradığı zaman, boş yere mücadele etti. Randy onu yumuşak bir şekilde yukarı kaldırdı ve kollarının arasına aldı. Eve kadar taşıdı.
Randy, kazı, civcivlerin boş duran kuluçka makinesinin içine koydu. Ve yanına bir kap taze su ile yemesi ve güçlenmesi için de yemek bıraktı.Haftalarca ona baktı ve her gün temiz hava alması için ona dışarı çıkarttı ve açık bir ağılda tuttu. Bazen kazın üzerine, hortumdan su buğusu püskürttü. Ona Dudley adını taktı. Dudley, üzerine su püskürtülmesinden özellikle hoşlanıyordu.
Randy, kar kazından çok hoşlanıyordu. Bir gün, bir vahşi yaşam yetkilisine telefon edip Dudley için bir eş alıp alamayacağını sordu, kazının yalnız kalmasını istemiyordu. Kar kazları, yazları Kanada’da olurlar ve kışı geçirmek için güneye, çok uzaklara uçarlar. Ne yazık ki, vahşi yaşam hizmetleri Randy’e bir kar kazı veremediler.

Randy bir gün, Dudley’in yemek kabına biraz buğday koyarken, ağılın kapısını açık bıraktı. Arkasına dönüp baktığı zaman kar kazı gitmişti. Dudley, açık kapıdan dışarı yürümüş ve aşağıya, ineklerin su içtikleri su yalağına gitmişti. Bu arada bilinçsizce kanatlarını çırpmıştı. Böylece, kanatlarının özgürce ve güçlü bir şekilde hareket edebildiklerini ilk kez keşfetmiş oluyordu. Yaraları artık tamamen iyileşmekteydi. Dudley, kısa bir süre sonra ağıla geri döndü ve Randy’i aradı. Randy, onun kaçmaya çalışmadığını anlayınca çok mutlu oldu.
Kaybolmanın ne demek olduğunu bilir misiniz? Çaresiz kalmanın ne demek olduğunu bilir misiniz? Pekala, o zaman bir an için kendinizi Dudley’in yerine koyun, sonsuz yazgınıza doğru yolculuk ediyorsunuz, – ama Tanrı’nın kutsal huzuruna girmenize izin vermeyen günah ile yaralısınız. Evet, Dudley’in olduğu gibi siz de, günahlı durumunuzun içinde yaralı ve çaresizsiniz. Ve eğer anneniz, babanız, kız kardeşleriniz ve erkek kardeşleriniz kurtuldularsa, Rab geldiğinde, onlar Rab ile gidecek ve siz burada kalacaksınız. Çünkü Tanrı’nın kurtuluş çağrısını kabul etmediniz.
“Biz daha çaresizken, Mesih belirlenen zamanda tanrısızlar için öldü.” (Romalılar 5:6). Kurtarıcı, mahvolmakta olan günahkarlara yardım edebilecek olan tek Kişi’dir. O, hem isteklidir hem de sevecendir. O, iman edecek olan herkesin cezasını üstlenerek bize olan Sevgisini kanıtladı. İsa, Golgota çarmıhında Tanrı tarafından günahlarımız nedeniyle yargılandı ve üstlendiği cezamızla bize esenlik getirdi. “Mesih’in üzerine inen darbelerle bizler şifa bulduk.” Yeşaya 53:5.
Dudley, vaklayarak ağılından içeri girdi. Ama o günden sonra bu ağıl kapısı, ne zaman isterse dışarı çıkıp içeri girsin diye artık bir daha kilitlenmedi.
Dudley iyi besleniyor ve iyi korunuyordu. Dudley, dost canlısı ve sosyal bir kazdı. Ama yine de çok yalnız görünüyordu. Bir şey bekliyor ve izliyor gibi görünüyordu. Tüm kış boyunca sabırla bekledi. İstediği takdirde artık çok iyi uçabileceği aşikardı.
İlkbahar bu yıl erken gelmişti. Ilık ilkbahar havasıyla kuş sürüleri kuzeye Kanada’ya doğru uçuyorlardı. Bir sabah erkenden, pek çok “honk, honk, honk” sesleri duyduk. Bu sesi hangi hayvanın çıkardığını tahmin edebilir misiniz? Bu sesleri Dudley de duydu, – Dudley, en son, gelen kar kazları sürüsüne katılmak için onlara doğru uçarken, evin çatısının üzerinde görüldü.
Sizin de izlediğiniz ve beklediğiniz bir şey var mı? Hazır mısınız? Yaşlı, beyaz saçlı sevimli büyükbaba bir şey bekliyor ve kulakları hiç duymuyor olsa da bir şeyi duymak için dinliyor. Büyükbaba, sesi duyamayabilir diye kaygılanmıyor. Beklediği sesin Mesih’teki ölüleri bile uyandıracağını biliyor. Büyükbaba her zaman, “Her şeyden önce duyacağım ilk ses, Rabbin beni cennete çağıran sesi olacak” derdi. Evet, değerli Kurtarıcısının sesini işitmeyi bekliyordu. Çok yakında, Rab İsa Kendisine ait olanları yukardaki Göksel Evine çağıracak. Siz de O’nun kurtardıklarından mısınız? Sizi çağıran Sesini işitecek misiniz?
«KALK, GEL AŞKIM, GÜZELİM.»
Ezgiler Ezgisi 2:10.
Kanadalı kar kazları sürüsü, uzun uçuşlarına devam ederken, kar beyazı kanatlarıyla sabah şafağının ilk ışıklarının izlerini yansıtıyorlardı. Mavi gökyüzünde, doğru şekilde hizalanmış olarak, kuzey yönünde uçuyorlardı.
Dağların zirvelerinin üzerinde kar parlıyordu ve aşağıdaki küçük kasaba hala uykudaydı. Bir kaç kilometre uzaklıkta, kar kazlarından biri sessiz bir çiftliğin üstünde daireler çizerek sürüden ayrıldı. Bu kar kazı, su yalağına doğru uçtu ve suyu şapırdatarak yüksek sesle vaklamaya başladı. Büyük bir kargaşa! Uykuda olan ev halkından bazıları uyandı. Uyku sersemi, ne olduğunu anlamaya çalıştılar. “Vak, Vak!” Kar kazı bir ara vaklamayı bıraktı ve bu kez sanki “Evde kimse var mı?” dercesine korna sesi çıkartır gibi ötmeye başladı.
Kar kazı Randy’i unutmamıştı ve ona “Tekrar teşekkür ederim” demek istiyordu. Çiftliğin üstünde bir çok kez daireler çizerek öttü, öttü… ve sonra son bir veda “Vak” ıyla sürüye yetişmek için hızla uçup gitti.
Daha sonra kahvaltı sofrasında anne, “Bu sabah çok erkenden bir ziyaretçimiz vardı, sesini duydunuz mu?” diye sordu. “Acaba Dudley bu sabah bizi görmek için uğramış olabilir mi?”
Baba, “Olabilir, kar kazları uzun yıllar yaşarlar ve derin bir sevgi ve sadakat bağları vardır. Evet, bence Dudley gelmiş olabilir,” dedi. Hemen hemen her sonbaharda ve her ilkbaharda , biri, Dudley’in teşekkür notalarını içeren ötüşünü mutlaka duydu. Bu ses, yaralı bir kar kazına sevgiyle bakıp iyileştiren çiftlik evindeki küçük ailenin yüreklerini ısıtırdı.
Bizim yaşadığımız yere inen O Kişi’ye teşekkür etmeyi asla unutmayalım. Kaybolmuştuk ve çaresizdik ve biz O’nun Sevgisine ne kadar karşı koymuş olsak da O bizi yine de kurtardı.
«OYSA, BİZİM İSYANLARIMIZ YÜZÜNDEN O’NUN BEDENİ DEŞİLDİ.
BİZİM SUÇLARIMIZ YÜZÜNDEN O EZİYET ÇEKTİ:
ESENLİĞİMİZ İÇİN GEREKLİ OLAN CEZA O’NA VERİLDİ.
BİZLER O’NUN YARALARIYLA ŞİFA BULDUK.»
Yeşaya 53:5
Kutsal Kitap bize, Rab İsa’nın yere düşen küçük bir serçeyi bile gördüğünü söyler. Eğer Kurtarıcı aşağı bakıyor ve yere düşen küçük bir serçeyi bile görüyorsa, O’nun her küçük oğlanı ve kızı ne kadar çok sevdiğini hatırlayalım.
«İKİ SERÇE BİR METELİĞE SATILMIYOR MU?
AMA BABANIZIN İZNİ OLMADAN BUNLARDAN BİR TEKİ BİLE YERE DÜŞMEZ.
ONUN İÇİN KORKMAYIN,
SİZ BİR ÇOK SERÇEDEN DAHA DEĞERLİSİNİZ.»
Matta 10:29,31
«ÇÜNKÜ TANRI DÜNYAYI O KADAR ÇOK SEVDİ Kİ,
BİRİCİK OĞLUNU VERDİ.
ÖYLE Kİ, O’NA İMAN EDENLERİN HİÇ BİRİ MAHVOLMASIN,
HEPSİ SONSUZ YAŞAMA KAVUŞSUN.»
Yuhanna 3:16
«EY BÜTÜN YORGUNLAR VE YÜKÜ AĞIR OLANLAR! BANA GELIN,
BEN SIZE RAHAT VERIRIM.
BOYUNDURUĞUMU YÜKLENIN, BENDEN ÖĞRENIN.
ÇÜNKÜ BEN YUMUŞAK HUYLU VE ALÇAKGÖNÜLLÜYÜM.
BÖYLECE CANLARINIZ RAHATA KAVUŞUR.»
Matta 11:28.29
